30 Eylül 2012 Pazar

Boğazın Yargıçları Gözaltında


  Bugün Beykozspor Bozcaada ile kendi evinde karşılaşacağı maç için Çorlu'ya gitti.  Evet İstanbul takımı Beykozspor cezası nedeniyle seyircisiz maç oynama cezası ile birlikte Çorlu'ya sürüldü adeta. Yani 135 km ötede seyircisiz bir maç oynansın diyor "yetkililer."

    Bunun üzerine Beykozspor taraftarları Boğazın Yargıçları da takımlarını yalnız bırakmamak adına Çorlu'ya deplasman yaptılar. Yaklaşık 20 kişi 135 km yol teperek Çorlu'ya  vardı. Maçta Beykozspor Murat Saim'in golüyle öne geçti. Sonrasında ise Bozcaada durumu 2-1'e taşıdı. Beykozspor aleyhine bir kırmızı kart ve bir penaltı çalındı maçta. Bunlar işin sportif yönü, hakem hatalıdır oyuncu hak etmiştir takım hak etmiştir vs.

     Bu maç ile ilgili söylemek istediklerim bundan sonra başlıyor. Beykozspor taraftarları "anlatılanlara göre" tel örgülerden maç izlemek istiyor . Polis uyarıdan sonra bu hareket tekrarlanınca topluca göz altına alıyor tüm Beykozsporlu taraftarları. Ben bu yazıyı yazarken hala gözaltındaydı taraftarlar. Kesin bilgileri göz altılar sonlandıktan sonra yine aktarmaya çalışacağım.

    Beykozspor cefakar taraftar tanımına en güzel uyan taraftar gruplarından. Hani derler ya cebimizde yoktu gönlümüzden verdik diye Boğazın Yargıçları hem cebinden hem gönlünden verenlerden. Felsefeleri basit: Armanın olduğu her yerde... Bu yüzden de bugün seyircisiz ve Çorlu'da oynanacak maça 135 km gittiler.

       Şimdi sormak istediğim de göz altından başka yolu yok mudur bunun? Stadın karşısında balkondan izleyene de var mı bu uygulama? Hukuki boyutunu bilmiyorum o yüzden net şeyler söylemek istemiyorum ama polis şiddetini polis copunu ensesinde hisseden bir taraftar grubu olduğunu çok iyi biliyorum Boğazın Yargıçları'nın! Hem de kimsenin bir bahane bulup açıklayamayacağı konularda bile...

     Son olarak söylemek istediğim eğer futbolun içinde ve çevresinde bir forma olacaksa bu futbolcuların giydiği, terlettiği kulüp formaları olmalı elinde copu biber gazıyla hazır kıta bekleyen keyfi ve  orantısız güç kullanan güvenlik güçlerinin üniforması değil! Boğazın Yargıçları'nın göz altı kararı sonlandıktan sonra olayı daha ayrıntılı bir şekilde öğrenip tekrar anlatmaya çalışacağım...

     Beykozspor camiasına ve Boğazın Yargıçları'na geçmiş olsun.

27 Eylül 2012 Perşembe

Bugün Futbol Oynamak Yasak



    Sabah gazete spor sayfalarına göz gezdirirken gözüme takılan bir haberi paylaşayım buradan. Çünkü baktım internette pek hakkında bilgi yok, sadece Birgün Gazetesinde yer alıyor. Burada Birgün Spor'a da bir artı parantez açıp söylemekte fayda var; Kemal Ilıkkan'ın yoğun çaba ve emekleriyle hazırlanan spor sayfasında kısıtlı imkan ve sayfaya rağmen çok iyi işler çıkarıyorlar. Gerek Erkut Tekinli Orhan Ulucalı(Borges Blog) Fırat Topallı(Uçan Hollandalı) kadrosu gerekse haber içerikleri olarak sayfalarca hazırlanan spor sayfalarına meydan okuyorlar. Gelelim habere...


    Haberimiz Nürnbergli  Almong Cohen ile ilgili. Cohen dün oynanan Hannover maç kadrosundan kendisini çıkardığını açıkladı. Sebebi ise Cohen'in İsrailli bir Yahudi olmasından kaynaklanıyor.  Yahudilerin kutsal günü olan Kefaret Günü'ne yani Yom Kipur'a Bundesliga maçının denk gelmesi nedeniyle oyuncu böyle bir istekte bulundu ve hocası da anlayışla karşılayarak buna onay verdi.

   Cohen "tam da bugün bir futbol oynayacak olmamız büyük bir talihsizlik ama hayatta futboldan daha önemli şeyler de var" diyerek bugünde arabaya binmenin dahi yasak olduğunu söyleyip bu nedenle futbolda oynayamayacağını söylüyor. Teknik Direktör Hecking ise "onun inancı bugün ona futbol oynamasını yasaklıyorsa biz de bunu anlayışla karşılamak zorundayız" diyerek destek veriyor.

    Kefaret Günü Yahudilerde en kutsal ve dini ağırlığı en büyük günlerden. 25 saatlik bir oruç tutuluyor ve insanlar günün büyük kısmını dualarla geçiriyor. Aynı durum Hertha Berlin'de de yaşandı. Berlin ekibinin teknik direktörü Luhukay Dresden maçı için Sahar'dan vazgeçemek zorunda kaldı ve bu durumu şöyle açıkladı; "bazı şeyler vardır, futboldan önce gelir."


   Bu hoşgörülü davranışları, herkesin dinini özgürce yaşayabilmesi adına tebrik etmek düşer bize. Ama bir de empati ile karışık bir soru sorayım bir de öyle düşünüp tartışalım bu meseleyi: Olmaz da hani olur ya, takımınızın şampiyonluk maçı var ve takımınızın yıldızı bel kemiğiniz umudunuz diyor ki "inançlarım gereği final maçında yokum" O zaman da şimdiki gibi olumlu bakar mıydık yoksa endüstriyel futbol ağzıyla profesyonellikten mi dem vururduk? Çok ince bir konu biliyorum ama tüm hoşgörü müessesesi bu sorunun cevabında gizli gibi durmuyor mu?

25 Eylül 2012 Salı

İstanbul Boğaları Tökezledi

altligler.blogspot.com adresinde yayınlanan İstanbulspor-Gölcükspor maç yazım...












      Spor Toto 3.lig'te ikide iki yaparak başlayan İstanbulspor hafta içine bir de kupa galibiyeti alarak sezona çok iyi başladı. Bu hafta sonu da kendi evinde Gölcükspor ile oynayan İstanbulspor'u canlı skor sitelerinden takip etmek yerine fırsat bularak yerinde izlemeye karar verdim. İstanbulspor'un şimdiki evini bilmeyenler için söyleyeyim, Yenibosna-Kuleli'de Bahçelievler İl Özel İdare Stadında oynuyor.

    Baştan söylemek gerekirse maçı İstanbulspor gözüyle izlediğim için o yönden yorumlamak istiyorum.  İstanbulspor yaklaşık 250-300 civarındaki taraftarının önünde maça etkili ve baskılı başladı. Özellikle sol kanadındaki Ali Işık ve arkasındaki Doğukan Pala sol kanadı forse ederek bir çok pozisyon girişiminde bulundular. Forvette Aytaç biraz daha başarılı olsa belki de beklenen gol ilk yarıda gelebilirdi. Orta sahada Ali Işık ve Tolga'nın iyi oyununa Tayfun ve Emre destek veremeyince kaptırdıkları her top kalelerinde hızlı hücum oldu. Özellikle Tayfun'un bencil bir oyun tarzı var. Kolay kolay pas atmıyor, attığı pası takip etmiyor geri zaten hiç koşmuyor. Şöyle açık bir örnek vereyim; rakibi iki adım ötesinde topu ayağında gevelerken değil rakibe pres yapmak o yöne doğru adım dahi atmadı. Bu tüm maç boyunca da bu şekilde devam etti. Bir dönem Beykozspor'da kiralık oynayan Tayfun tribünde beni tek kelimeyle kahretti. Tipik "yeteneği var ama ihanet ediyor" tarzı bir futbolcuya benziyor. Umarım kısa sürede yüksek form grafiğine kavuşur, çünkü arkasında oynayan İlyas Akan çok iyi bir oyuncu olmasına rağmen onun kaptırdığı toplarda çok zor anlar yaşıyor.


    İstanbulspor ilk yarıda tehlikeli bir bölgeden frikik kazandı ve paslaşarak kullandılar.  Emre ayağında topu geveleyerek gelen pası kaptırınca neredeyse tüm hatlarıyla ileride olan takım geri dönemedi. Gölcükspor'un savunma oyuncusu Ensar önce kaleci Serdar'a  takılsa da sonrasında güzel bir vuruşla topu ağlara gönderdi. İlk yarı skoru Gölcük lehine 1-0 tamamlandı.

  İkinci yarıya ben Tayfun ya da Emre çıkar diye beklerken Tolga kenara geldi. Yerine giren Mehmet ise sadece ilk 15 dakika etkili olabildi. İkinci yarıda etkisini arttıran İstanbul Boğaları bu kez sol kanattan değil de sağ kanattan gelmeye başladı. Bu kanatta İlyas ve Tayfun oyunlarını ilk yarının üzerine çıkararak iyi işlere imza attılar. Özellikle Tayfun'un Mehmet'in kafasına gönderdiği topu Mehmet ıska geçince İstanbulspor bir golden daha olmuştu. Ali Işık ise ilk yarıya oranla oyununu düşürmüştü ama nadiren de olsa etkili toplarla geliyordu. İkinci yarı oyuna giren Fatih ise yaptığı ortalarla etkili oldu. Özellikle serbest vuruş ve kornerle tehlike yaratan oyuncu kısa sürede göz doldurdu.

    Bu yarıda maça etki eden bir unsur da hakemdi demek yanlış olmaz sanırım. İlk yarıda faul çalma konusunda sıkıntıları olan hakem bunu ikinci yarıda da üst seviyeye çıkardı. "Yandım" demeyene faul çalmayan hakem gereksiz yere de oyunu çok durdurdu. Kısacası faule çalmadığı düdükleri her iki taraf için de faul olmayan pozisyonlarda çaldı. İkinci yarı bir de Gölcüksporlu futbolcuların "profesyonellik" adına 1-0 önde oldukları için yerden kalkmakta zorlanmaları(!) da hakemin etkisiz kaldığı noktalardan biriydi. Hele bir pozisyonda Gölcükspor kalecisi Ertuğrul aldığı hava topundan sonra kendini yerden yere vurmasına hakem önce faul çaldı sonra da İstanbulsporlu bir futbolcuya sarı kart gösterdi. Eğer maçta yan hakemlerin başarılı yönetimi olmasaydı çok daha zor anlar yaşayabilirdi maçın baş hakemi Sacit Keşkek!

    Maçın belkide en heyecanlı anlarına 90+5'lik bölüm sahne oldu. 90'dan sonra beraberlik için baskısını iyice arttıran İstanbulspor direkten dönen bir topun yanında 3 kez de kaleci Ertuğrul'a takıldı. Son saniye basketi şekline dönen anlarda Fatih'in harika ortasına Mehmet kafa vurmak yerine kafası ile dokununca top kaleci Ertuğrul'un ellerinde eridi ve Gölcükspor zorlu İstanbulspor deplasmanından 3 puan ile döndü. Böylelikle İstanbulspor da bu sezon ki ilk mağlubiyetini almış oldu...

    

24 Eylül 2012 Pazartesi

"Proce" Takımları

      Ligin ilk büyük teknik direktör ayrılış şoku "proce" takımı Kasımpaşa'dan geldi. Kasımpaşa Sivasspor'a 1-0 yenildiği maçın ardından teknik direktör Metin Diyadin ile yollarını ayırdı.

     Metin Diyadin geçen yıl da Orduspor ile benzer şekilde bir ayrılık yaşamıştı. Kasımpaşalı yöneticinin açıklamalarında Diyadin'in performans sebebiyle gönderilmediği, şirket kararının bu yönde olduğunu öğrendik. "Şirketler" futbola el atıp saha içine dokunmaya başlaması ilk değil elbet. Takımların sonuna gelen A.Ş'ler 11 kurmaya da başlayacaklar yakında, belki de kuruyorlardır bile...

     Kasımpaşa kendini sezon başından beri iyi bir proje takımı olduklarını söyleyerek lanse ediyordu. "Proce" mi sekteye uğradı yoksa o "proce" içinde Diyadin'e mi yer yoktu bunlar açıkça cevaplanması gereken soruların başında geliyor. Taraftarı hiçe sayarak armayı değiştiren yöneticiler şok kararlar almaya yeminli gibi duruyorlar. Bu kadar hızlı bir şekilde ilk tökezlemede hoca ile yollar ayrılıyorsa gelecek hoca hazır demektir! Madem getirebiliyordunuz o hocayı, niye 5.haftayı beklediniz ya da sezon öncesi güvenmediğiniz bir hoca ile niye lige başladınız?

     Biliyorum bu sorular Türk spor kulüplerindeki yöneticiler için nafile ve cevabı olmayan sorular...Umarım benim hazırladığım gibi Kasımpaşalı patronlar da hazırlamışlardır kendilerinin istikrarsız sonuçlarına...Tabi bu arada bundan sonra sempati duyulan takım konumundan istifa ettikleri de bir geçek...

19 Eylül 2012 Çarşamba

Devler Başladı...


           Devler Ligi perdelerini bugün harika bir gece ile açtı. Gecenin belki de haftanın maçı olabilecek Real Madrid-Manchester City maçıyla start alan heyecan beklediğimize değdi dedirtti. D grubunun zorlu mücadelesi birbirinden güzel pozisyonlara sahne oldu.

        Maçı 90 dakika izleyenler ilk yarı hatta 70. dakikaya kadar uyuklamamak için muhtemelen kendilerini zor tuttular ve maç o dakikadan sonra City'nin golüyle yeniden başladı. Baştan beri baskısını hissettiren Madrid yediği bu golle şoka girse de baskıdan vazgeçmedi. Ve Marcelo maç boyunca iki defa denediği ve tehlikeli olduğu şutu bir üçüncü kez daha denedi ve harika bir golle takımını beraberliğe taşıdı.

        Maç berabere geldikten sonra kısa bir uyuklama halini alsa da maç Kolarov tüm Madrid'i ve bizi uykumuzdan uyandırdı. Serbest vuruştan atılan gole City sevincini yeni tamamlamışken bir dakika sonra Benzema cevabını vermişti bile. Benzema benim sevmediğim topçulardan. Onun attığı goller nasıl oluyor da o vuruşla golü bulabiliyor sorusunu sorduruyor bana. İster PES'te atsın isterse gerçeğini atsın o vuruşlar nasıl gol olur ? Abartı olacak ama Nobre'yi andırdığını söylemem ona karşı hislerimi anlatır herhalde. Atıyor mu atıyor o ayrı...


      Son dakikada Madrid'in "mutsuzu" Ronaldo güzel bir golle takımını öne geçirince Ercan Taner'in 2-2 olduğunda söylediği söz kulaklarımızda çınlıyordu: Futbol bu... O sırada Mou "çim üzerinde büyük kayışa" başlamıştı bile...Sezonun Mou fotoğraflarından biri olacağı kesin!


      Devler Ligi rüya gibi bir son 20 dakika ile harika bir başlangıca sahne oldu...Devamı gelsin demekten başka bir şey dilemek saygısızlık ve nankörlük olur!

       Gecede diğer sonuçlar ise şöyle oldu:

A Grubu:
Dinamo Zagreb-Porto: 0-2
PSG-Dinamo Kiev: 4-1

B Grubu:
Montpellier-Arsenal: 1-2
Olympiakos-Schalke 04: 1-2

C Grubu:
Malaga-Zenit: 3-0
Milan-Anderlecht: 0-0

D Grubu:
Borussia Dortmund-Ajax: 1-0

17 Eylül 2012 Pazartesi

Real Madrid Kaynıyor



       La Liga'da 4. hafta geçilirken Barca 4 maçta 4 galibiyetle zirveye oturmuş durumda. Barca için Tito'lu ilk dönem sancısız bir şekilde geçiyor gibi gözüküyor. Öte yandan en büyük rakipleri Real Madrid'te ise işler hiç de iyi gözükmüyor. 4 haftada 4 puan toplayarak orta sıralarda yer aldı Madrid ekibi.

     Sezona Süper Kupa ile başlayan Real Madrid'in lige de aynı hızla girmesi bekleniyordu. Ama beklenen olmadı. Önce Ronaldo'nun "mutsuzum" açıklamaları gündeme oturdu ve Madrid gündemi bununla epey çalkalandı. Gitmek istediği söylendi, parasını arttırmak için yaptığı söylendi takım arkadaşları satılmak isteniyor onun için yapılıyor dendi, bunun gibi bir dünya dedikodu ortaya atıldı.

    Sonuç olarak olay duruldu gibi gözükse de Madrid ekibinde bir şeylerin ters gittiği kesin. Özellikle son Sevilla maçında ilk dakikadan itibaren sahada var olamadılar. Özellikle  Ronaldo tek olumlu iş yapamazken hücumda Di Maria ve Hİguain'in beceriksizlikleri saç baş yoldurttu. Maç boyunca gölge preslerle rakibi karşılayan Real Madrid artık belli bir dakikadan sonra sadece Sevilla ataklarını savuştururken buldu kendini.


     Ronaldo mutsuzum diyor, Mou tuhaf açıklamalarına devam ediyor anlayacağınız Real Madrid şu an tam bir kaynayan kazana benziyor. Hafta içi Manchester City ile Şampiyonlar Ligi'nde mücadele edecek olmaları da kriz halindeki takım adına endişe uyandırıyor.

     Hafta içinde Türkiye'deki Real Madridlilere sevindirici haberi twitter'da Ali Murat Hamarat verdi diyebilirim. Hamarat'ın açıkladığı bilgi notunda Real Madrid lige ilk 4 haftada 4 puana ulaştığı son sezonunda Şampiyonlar Ligi kupasını almış. Bu sezon olur mu zor ama imkansız değil tabi ki...

Masala Kısa Bir Ara


            Akhisar Belediyespor 3 haftalık serüveni sona erdi. İlk hafta Eskişehirspor'u son dakika golüyle mağlup eden Manisa ekini sonraki iki haftayı da beraberlikle kapatıp 3 haftada yenilmeyerek 5 puan toplamışlardı.

        Bu hafta kendi evlerinde İBB ile oynayacaklardı ama ben mutlak favorinin İBB olduğunu düşünüyordum. Carvalhal'in deyimiyle "mütevazı" futbol oynayan İBB ile çok daha "mütevazı" bir futbol oynayan Akhisar'ın maçı diğer maçlara nazaran bol gollü geçti.

        Webo yıldızlaştı demek azımsanacak bir yorum bile olabilir. 3 gol atan Webo takımını sırtlarken Akhisar'ın diğer maçlardaki pasif oyununa devam etmesi şaşırtmadı beni. Yani Akhisar'ın futbolunda değişim yoktu farkı İBB yarattı demek daha doğru bir tespit olacak.


        Öte yandan Akhisar'da beğenip takdir ettiğim bir şey varsa o da teknik direktörleri Hamza Hoca'dır. Hakikaten mütevazı bir insan olan Hamza Hoca takımı neyse onu konuşuyor. İyiydik, şanssızdık gibi kelimeler duyamazsınız ondan. Maçlarının analizini yorumculara bırakmadan kendi yapar. Böyle insanlara değil futbolun içinde toplum içinde bile büyük ihtiyaç duyarken bu ligin ve düzenin ona çok ihtiyacı var. Masal bir başlangıç yorumu yapmıştık başlangıçları için öyleyse bu seferde masala kısa bir ara diyerek onlar için ümidi elden bırakmayalım....

15 Eylül 2012 Cumartesi

İtalyan Komünistler Tam Gaz


         İtalya'daki göz ağrım şu sıralar gözden uzak olsa da gönülden ırak değil...Serie B'de mücadelesine devam eden Livorno'nun sonuçlarına skorlarına ulaşıyor olsak da araştırıp edip ne oluyor ne bitiyor öğrenebiliyoruz. İtalya'nın sol gelenekten gelen kulübü Adana Demirspor ile yaptığı özel maçla da kalbimizi bir kez daha fethetmişti.

        Şimdilik gayet iyi gidiyoruz. 4.haftası oynanan Serie B'de 4'te4 yaparak harika bir başlangıç yaptık. Sırasıyla Juve Stabia,Padova ve Vercelli'ye karşı 3 puan alan Livorno bu haftada zorlu geçmesini beklediğim Empoli maçını 4 golle kazandı. 12 puanla Sassuolo ile liderliği paylaşıyor Livorno!

      Empoli karşısında oyunuyla devleşen Siligardi'ye Emerson,Paulinho ve  Bigazzi de golleriyle destek verince berabere kalmaya alışkın olduğu Empoli'yi Livorno rahat geçiyordu. Genel yorum bu şekilde devam ederse Serie A yolunun çok yakın olduğu...

     Serie C'de olsa takip ederiz orası ayrı ama İtalya'nın Komünistlerine Serie A yakışır.

14 Eylül 2012 Cuma

Kötü Olan Haber Değil Gazeteciliğiniz!


        Hafta içi oynanan milli maçlarda Hollanda , Manchester United ve tüm futbol severler  Robin Van Persie'nin sakatlığıyla sarsılmıştı. Hatta söylentiler ilk yarının ya da sezonun büyük bir bölümünde Van Persie'yi izleyemeyeceğimizi belirtiyordu. 

     Bu haber aklı başında ya da vicdanlı her futbolseveri ya da insanı üzer. Ya da ben öyle sanıyordum. Ertesi gün haberlerde gazetelerde Manchester United'tan Galatasaray'a müjdeli haber" diye duyuruldu bu olay. Müjde ne peki? Van Persie'nin sezonu kapatacak olması ihtimali... Kana susamış olduğunu biliyordum bu medyanın da bir futbolcu ile ilgili bu kadar alçalabileceklerini tahmin etmemiştim.

     Bugün Sir Alex Ferguson RVP ve Kagawa'nın hafta sonu oynayabileceklerini ve sakatlıklarının tehlikeli olmadığını söyledi. Bu haber anlayacağınız üzere bizimkileri çok üzdü. Fanatik internet sayfasına koyduğu haberi şöyle duyurdu: Haberler Kötü... İçeride de Van Persie ve Kagawa Cim Bom'a karşı... Yani oynayabilecekler.


     3 puanı insan canından önde tutan bir futbolcunun kariyerine değişen medya düzenini bu çok üzen haber açıkça söylemek gerekirse beni çok sevindirdi. Van Persie'yi belki de kariyerinin zirvesinde izlemek Kagawa'yı Dortmund macerasından sonra zirvede izlemek beni çok sevindirdi. Hele ki bir Türk takımına karşı daha iyi analiz edebileceğimiz gerçeğini düşününce...

    Beşiktaş'ınız ,Fenerbahçe'niz ,Trabzonspor'unuz ,Bursaspor'unuz ya da Galatasaray'ınız kimsenin umurunda değil ya da bu şekilde desteklediğiniz takımlarınız kimsenin umurunda değil... Ya da güzel futbol temiz futbol sizin bildiğiniz şey değil...

13 Eylül 2012 Perşembe

Formanın Rengi Değil İçeriği



       Günlerdir yazıp çizmek istiyorum bu konuyla ilgili ama ancak fırsat oldu "yoğun" gündemden... Barcelona'nın yeni forması tanıtıldı ve klasik renklerinden farklı bir forma tasarımıyla arzı endam etti. Formada  klasik bordo mavi renkler yerine sarı kırmızı renkler kullanılıyor.

        Renginden çok içeriği önemli bu formanın benim için. Sarı Kırmızı da Bordo Mavi gibi Barcelona'yı destekleme kriterim ya da olmazsa olmazım değil. Sarı Kırmızı Katalan bayrağının renklerini yansıtıyor formaya. Malum Barca Katalan Milli Takımı gibi anılıyor Katalunya'da...Katalan taraftarların yıllardır arzuladığı bu istek sonunda "sahaya yansıdı" diyebiliriz. La Porta 2006 yılında Barcelona ve Katalan kavramını şu sözlerle anlatıyordu: Bağımsız bir Katalonya'da Barcelona'ya başkanlık yapmak en büyük hayalim...

     Geçtiğimiz günlerde bir buçuk milyon Katalan sokaklara dökülmüş Katalanların Bağımsızlık Günü'nü kutlamıştı. Bu forma onlara  Barcelona tarafından sunulmuş bir bayram hediyesi de diyebiliriz. Başıma bir şey gelmeyecekse seneye deplasman forması olarak lanse edilen bu formayı Barca uzunca bir müddet giysin derim. Buna ne Katalanların ne de benim diyecek bir şeyim olmaz.

      Hem bu forma mı marjinal yoksa o tasarım faciası sarı turunculu forma mı karar sizin? Katalan olsam
"turuncuyu yakın La Liga'yı sarı kırmızıyla oynayın" diye imza kampanyası başlatırım. Şaka bir yana sarı kırmızı güzel midir bilmem ama Katalan bayrağı güzeldir, bağımsızlık için dalgalanan Katalan bayrağı daha da güzeldir...

Profesyonel Bir Amatör: Metin Oktay



           Bizi sevenleri üzmeyelim baba...

          Dönemin Fenerbahçe yöneticisi Metin Oktay'a bir çek uzatır, boştur çek... Der ki; "sen yaz sen belirle fiyatı" Metin çeki geri uzatır tekrar Fenerbahçeli yöneticiye... Babasına döner ve şöyle der: Bizi sevenleri üzmeyelim baba...

       Profesyonellik? Evet çok amatörce ama işte o tam da bu yüzden Taçsız Kral tam da bu yüzden efsane...
Tıpkı eşdeğerleri Şeref Bey gibi Lefter gibi... Onları seviyorsak işte bu efsane amatörlüklerindendir...

       Peki siz hala neyi tartışıyorsunuz, neyin pazarlığını yapıyorsunuz?..Milyon dolarlık mukaveleler yapabilirsiniz ama milyonların gönlüne taht kurmanız ne kadar amatör olduğunuzla alakalıdır. Ve bazen amatörlük ölümsüzlüktür...

12 Eylül 2012 Çarşamba

12 Eylül ve Anadolu Üsküdar Spor


        Bugün 12 Eylül bir karanlığın bir hükümranlığın başlangıcının yıl dönümü... Bugün güzel ümitleri olan insanların dar ağaçlarında sallandırıldığı, asmayalım da besleyelim mi diyerek 17 yaşında bir çocuğun yaşının büyütülerek asılmasına yol açan sürecin başlangıcının yıl dönümü...12 Eylül'ün bizde bıraktığı futbola sirayet ettiği bir hikaye var, Anadolu Üsküdar Spor...


       İstanbul'da Söğütlüçeşme tren istasyonunda kafanızı kaldırdığınızda sizi büyük bir stat selamlar. Her yanı reklam tabelalarıyla çevrili olsa da o stat size renk ağırlığından dolayı azıcık futbol bilginiz varsa Fenerbahçe'nin stadı olduğunu anlatır. Kadıköy deyince artık aklımıza kazınmış bir sembole dönüşmüş durumda Fenerbahçe! Kadıköy deplasmanı diye geçer dolaylama sanatında Fenerbahçe deplasmanı...

        Kadıköy ile bu kadar birebir anılan Fenerbahçe Kadıköylü olmadan önce Kadıköylü olabilmek adına bir kapıyı çarpıp da gitmişti. O kapı Anadoluspor'un kapısıydı. Yıllar önce Üsküdar'da bir kulüp binasında yaşanan anlaşmazlık sonucu kulübü Kadıköy'e taşımak isterler. Yapılan tartışmalar sonucu bir grup yönetici ayrılarak kulübü Kadıköy'e taşır Fenerbahçe'nin temellerini atar. Geride kalanlar ise 1908 yılında Anadolu Üsküdar Spor'u resmen kurarlar. Kurucuları arasında Burhan Felek de vardır Anadolu Üsküdar Spor'un!

      Fenerbahçe'yi hepimiz biliyor olsak da Anadolu Üsküdar biraz sönük kalmıştır zihinlerimizde. Anadolu Üsküdar Spor ambleminde Belgradlı Kızılyıldız'a benzer bir yıldızı taşır. Kızılyıldız'da kızıl olan yıldız Anadolu Üsküdar da yeşil beyaz forma renklerinden dolayı yeşil olarak yer almıştır armasında. Ama bu amblem zaman içinde çeşitli zorluklara göğüs germek zorunda bıraktı kulübü. 12 Eylül darbecileri her şeye el atmaya başlamıştı. Darbeci Kenan Evren futbolun başına Yücel Seçkiner'i getirmişti ve operasyonlar başlamıştı artık.

      Seçkiner'e her an Ankaragücü'nün 1.ligde olması gerektiği imalarında bulunan Evren bu işin emirle kolay kolay olmayacağını biliyordu. Seçkiner'de "paşasını" üzmemek için jet bir yönetmelikle "Türkiye kupasını kazanan takım hangi ligde olursa olsun 1.lige çıkar" kuralı getirilerek Ankaragücü'nü ite kaka üst lige çıkarmıştı. Datbeciler bir ergen edasıyla her şeye merak salıyorlar sanattan spora her alanda olmak istiyorlardı.


    Anadolu Üsküdar'a dönecek olursak Anadolu Üsküdar amblemindeki yıldız nedeniyle faşistlerin hedefi olmuş ve kulüp binası 12 Eylül'de soyulmuş talan edilmişti. Kulüp kupaları çalınmış ve kulübün geçmişine dair bir çok argümanda darbeciler ve çapulcuların ellerinde yok olup gitmişti. Yağmacılık sadece kulüp binasının talanıyla tamamlanmadı, darbe günlerinde bir de kulübün tesislerine el konuldu. Elindeki Burhan Felek stadına el konulan kulüp farklı statlarda sürgün hayatı yaşamaya devam etti.

      Yaşamın her alanına sızan darbeciler futboldaki ilk büyük hamlelerini yapmak için 12 Eylülü beklediler belkide. Klasik söylemdir iktidarlar kendilerinden başka bir iktidar alanı istemezler küçük ya da büyük... Futbol siyasetin en rahat sızabileceği bir alan olarak gözümüze çarparken bunu hep faşistler lehlerine kullanmıştır.

      Bir Trabzonspor maçına gelen "beyaz bereli" beyinsizleri gösterir egemen medya egemen iktidar...Ama bir Adana Demirspor-Trabzonspor'da Demirsporlu taraftarların açtığı "Ogünler sizin olsun yarınlar bizim" pankartını görmezler görmek istemezler. Ya da bu görüntü yayılmasın diye ellerinden gelen dezenformasyonu yaparlar. Klasik söylemdir tribünler faşistlerin ellerinde kaldı denir. Ama tribünler halbuki bizim bir adımımızı bekler.Zorlu faşist baskınının tavan yaptığı son zamanlarda. 5 Ocak stadındaki bu pankart İnönü'deki "Yaşasın Halkların Kardeşliği" sloganı bizimle var olan şeyler ve biz tribünde varsak var olacaklar.

    Yıllarca futbola 3F klişesiyle bakarak uzak duran sol siyasetin bugün futbolu faşistler sardı demeye hiç hakkı yok maalesef. Bugüne kadar siz yoktunuz o tribünleri onlar doldurdu ve içeride bir avuç duyarlı insan tribünlerdeki bu faşist ortama karşı durmaya çalıştı güçleri yetmedi.

     Anadolu Üsküdar'ın başına gelenler, Dinamo Meskenspor'un o zamanki varlığı ve bugünkü yokluğu bize bir şeyler anlatıyor olmalı, anlatmalı. Dinamo Meskenspor da milli ve manevi değerlere açıktan saldırı olduğu gerekçesiyle kapatılmıştı "ressam" futbol severler tarafından.

     Futbolu siz küçümsüyorsunuz ama onlar hiç küçümsemiyor, tekeline alıyorlar. Mafyalarının kara paralarını aklıyorlar,küçük çete resilerine kulüplerde istihdam sağlıyorlar,tribünler zaten faşistlerin ellerinde! Bizimde burada olduğumuzu göstermek için tribünlerde olmalıyız. Darbecilere kalmasın tribünler diye darbecilere kalmasın sokaklar diye darbecilere kalmasın iktidar alanları diye onlar neredeyse karşılarına dikilmeliyiz. Dikilmeliyiz ve her statta yankılandırmalıyız o sesi Yaşasın Halkların Kardeşliği diyerek...

      Anadolu Üsküdar Spor o günlerden bugünlere getirdiği bu acı hikaye ile geçtiğimiz yıllarda bir kez daha talana uğradı bir kez daha yıkıma uğradı. Darbe gerçekten 1980 yılında mı kaldı yoksa her gün mü yaşanıyor o darbenin artçıları sorusuna bu bile cevap olur. Darbenin anayasası da ahlakı da devam ediyor...Hesaplaşmak boynumuzun borcu siyasetten anlamam diyorsanız futbolu seviyorsanız o zaman sizin de borcunuz Anadolu Üsküdar Spor'un intikamını almak hesabını sormak!


11 Eylül 2012 Salı

Türkiye - Estonya: 3-0 | Asıl Şimdi Başladık


         "Selçuk'suz" milli takım Estonya karşısında galibiyet aramaya hazırlanırken hala Selçuk nasıl oynamaz soruları dolaşıyordu. Selçuk yine yoktu ama sahada kazanmak zoruna olan 11 kişi vardı. Kazanmanın mecburu olduğu maça takım da o istekle başladı.

       Fakat istenilen oyun oynansa da rakibin oyununu bozmakta problemler yaşanıyordu. Estonya kontra atak ya da orta sahada kaptığı toplarla tehlikeli olmaya çalışıyordu. Bunda Semih'in katkısı çok fazlaydı. Ayağında ezdiği toplar her seferinde tehlike oldu ama son vuruş eksikliği Estonya'ya gol kazandırmadı. Bir hızlı atakta kaleci ile karşı karşıya kalan Estonya forveti son müdahale öncesinde yerde kalmasa gol olması içten bile değildi. Ya da orada Burak olsaydı o kesin penaltıyla sonuçlanmış bir yalan rüzgarına dönerdi.


      Emre ve Arda'nın orta sahadaki etkili oyununa zaman zaman Gökhan ve Sercan da katılınca tehlikeli pozisyonlar ortaya çıkıyordu ama istenen gole son vuruş beceriksizlikleri engel oluyordu. Emre'nin ara pasında Burak topla buluştu ve savunmanın son adamına "takılan" Burak frikik ve kırmızı kart kazandırdı milli takıma. Bu dakikadan sonra oyun Estonya yarı sahasına yıkılmış bir tek kale maç hüviyetine büründü. Göze hoş gelen paslaşmalar koşular golü getirmese de 44. dakikada Arda'nın ara pasına hareketlenen Emre güzel bir vuruşla golü getirdi ve ilk yarıyı 1-0 önde kapadı. İlk yarıda akılda kalan bir görüntü de yan hakemin faul gerekçesiyle bayrağını kaldırdığı pozisyonda Burak'ın gol sanarak sevinmesiydi. Yan hakem golde bayrak kaldırmaz orta sahaya koşar. Yerde harcadığı zamanı biraz da kural öğrenmekle geçirmesi yararına olacaktır Burak'ın ileride özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında...

      İkinci yarıya artık galibiyetten emin bir takım olarak sahadaydı oyuncular. Atakları kesilen Estonya sadece defans yapıyor ve farkın artmasını engellemeye çalışıyordu. Baskının arttığı dakikalarda Sercan'ın ortasında Umut'un kafasıyla durumu 2-0'a getirdik. Artık rahatlayan paslar tribünler ve Estonya takımı sahada sonucu değiştirmekten ziyade skoru değiştirebilecek güçteydi.

       Selçuk İnan ikinci yarıda Umut'un yerine oyuna giriyor ve tribünler alkışla inliyordu. On dakikada bir tekrarlanan Selçuk tezahüratları amacına ulaşmış ve sonunda sahaya adımını atmıştı "kurtarıcımız"! Selçuk girdiği ilk pozisyonda sakatlık tehlikesi geçirerek yürekleri ağızlara getirse de çabuk toparlandı. Maçın en güzel anlarından biri olarak söyleyebileceğim golden ziyade Hasan Ali Kaldırım'ın soldan harika bindirmesiydi ve o bindirmede topu Selçuk'un ayağına teslim edince o da gol atmakta zorlanmadı. Abdullah Avcı için bundan kötü bir maç senaryosu olamazdı. Sevinmek ve şimdi yandık arasındaki o duyguyu yüzünden okuduğumuz Avcı zoraki bir alkışla meseleyi kapattı.

       Vurduğu 5 toptan biri kaleyi bulan ve o da gol alan Selçuk'u ayakta alkışlamak için erken olsa da maalesef Galatasaraylılar maçın kahramanını çoktan belirlediler.  Emre'ymiş Arda'ymış Umut'muş Sercan'mış Mehmet Topal'mış kimsenin umurunda değil artık kahramanımız Selçuk İnan. Oynanan maç milli takımın ama desteklenen kulüp futbolcuları...

       Avcı ise Hollanda maçında hala hatalıydı hiç bir şey değişmedi yani yarın ki yorumlar ona göre olmalı eleştiriler de! Estonya'ya karşı kazanmak Hollanda hatalarını unutturmamalı. 10 kişilik Estonya'ya 3 gol atmak meziyet mi tartışabileceğimiz bir konu...Ha bu arada kulüp futbolcularının desteklendiği bu ortamda biri milli takım taraftarı yaratmak mı dedi? Yok be gözüm o başka bahara kaldı!


Demirsporlular Protestoyu Nerede Yapsın?



           Tribünde protesto her zaman yönetimleri rahatsız eden bir kavramdır. Kendilerine değil sistemin bir başka aygıtı olan polise devlete ya da bir başka kurumuna dahi olsa yönetimler onları marjinalleştirir ve susturmaya çalışır.

        Yıldırım Demirören'den bir şekilde kurtulan Beşiktaş'ın protestoları dinmişti ki bir başka protesto daha gündeme geldi futbol camiasında güçlü bir şekilde. Adana Demirspor tribünleri "taşeron yönetimi" kabullenmedi ve hep sesini yükseltti. Binler yürüdü protesto için yönetim bunlar bir kaç yüz kişi diyerek taraftarı dışladı. Zaten hep böyle olur bir demokratik eylem olur kitle atıyorum 10000 kişidir der polis bilgi olarak 2000 kişi diye geçer basına haber olarak. Bu da o mesele gibi küçültülerek verildi yansıtıldı yönetim tarafından ama iyi ki sosyal medya var da biz o binleri gördük o gün Adana'nın sokaklarında yürürken.

       ADS'nin başkanı bugün bir röportajında şöyle buyurmuş: ...Yeter ki taraftar belden aşağı vurmasın. Yönetimi protesto etsinler ama sahada değil...

       Boluspor maçında yenilen gollerde de atılan gollerde de yönetimi istifaya çağıran Demirspor taraftarındaki tutarlılığın yarısını göremeyeceğiniz bir yönetim anlayışı diyor ki bizi protesto edin ama tribünde değil. Niye , çünkü daha kitlesel oluyor. Sokaktaki taraftar yürüdüğünde bunlar bir kaç yüz kişi diyen siz değil miydiniz? Tribünlerde haykırdıklarında ses televizyonu başındakilere kadar gidiyor diye mi korkuyorsunuz şimdi?

     Kulüp başkanının dediği tribünde protesto olmasın kardeş kardeş otursunlar söylemi bana üniversiteye giden çocuğunu tembihleyen anne babayı hatırlattı "aman siyasete karışma oğlum siyasetle ilgilenme demiyor ilgilen ama eline işini alınca ilgilen okulda ilgilenme diyorum" vs. vs. Bir de Dondurmam Gaymak filminde siyaset yapan abimize meyhanede siyaset yapılmaz diyen amcaya verdiği cevap var ki bu yönetime de denk düşüyor: Kardeşim meyhanede yapma, devlet dairesinde yapma, sendikada yapma, okulda yapma, dernekte yapma...Lan helada mı yapcez biz bu siyaseti... 

    Biz de yönetime soralım taraftar tribünde yapmayacak da hela da mı yapacak bu protestoyu?


Türkiye-Estonya



        Hollanda mağlubiyetinden sonra Estonya maçının ilaç gibi geldiğini düşünenler var. Geçen yıl playoff'larda İrlanda'ya elenen Estonya bu yıl bu başarıyı tekrarlaması zor olsa da direnecek bir takım.

        Estonya gibi takımlarla yılda 10 defa da karşılaşsanız sizin için kapalı kutu kıvamındadır. Ne zaman ne oynayacaklarını bilemiyorsunuz. Bu maçta öyle olacak. Hocaları aynı Abdullah Avcı gibi bir önceki maçta çok şanssızdık diyor ve bu maça bu şanssızlıkları kırmak için çıkacaklarını söylüyor. Söylemler çok benzer ama Türkiye'nin matematik hesapları yapmaya devam etmesi için bu maçı almaktan başka yolu yok.

       Türkiye bu akşam farklı bir galibiyet de alabilir bunu kimse yadsımıyor ama eleştiriler baki kalmalıdır. Kazanılacak 3 puan sisi kaldırmayacak benim açımdan, o yüzden Estonya bir ölçü değil ama bu maçta da puan kaybederseniz artık ölçünüz Estonya olur. İlk maçtaki hataları yapmamak yeterli halbuki Estonya'dan 3 puan almak için. Yönetimsel ve saha içi hatalardan bahsediyorum toplu olarak. Bu maçta ki bir kaza Abdullah Avcı'ya Tarmo Kink de yedek oturuyor dedirtemeyecek kadar farklı sonuçlara yol açabilir.

     Muhtemelen Avcı söylediğini yutmamak için Selçuk'u bu maçta en azından 11'de düşünmüyor ikinci yarıda muhakkak devreye sokacaktır. Hele ki aklına ilk maçtan sonra Selçuk Umut Burak üçlüsü gelmişse muhakkak bu formasyonu deneyecektir. Galibiyet şart öyle ya da böyle, bu takım belli bir süre daha alışma sürecinde kalıp kötü futbol örnekleri gösterecek nasılsa...O yüzden 1-0 olsun bizim olsun diyerek beklentileri kendimce minimuma düşüreyim.

     Benim aklımdan geçen 11 şöyle sıralanıyor. Her ne kadar Selçuk ikinci yarı girer dedimse de ona da yer verdim ilk 11'imde:


10 Eylül 2012 Pazartesi

Abdullah Avcı ve İçi Boş Basın Toplantıları


     Milli mutabakat ile takıma getirilen Abdullah Avcı konuşmaya başladı artık. Bugüne kadar İBB ile ilk 8'in büyük başarı olduğu gerekçesiyle ve istikrarlı (buradaki istikrardan kasıt sanırım kendini kovdurmamış olması) olması ile çok alkış aldı.

     İlk kez belki de Avcı bu kadar eleştiriyle karşı karşıya kaldı. Ve bu eleştirileri karşılamaya çalışırken de olmadık laflar ediyor. Mesela " ...ekibimle beraber yaptığımız hazırlıkların karşılığını aldık. Amsterdam Arana'da topla oynama yüzdemiz son 10-12 yıla bakıldığında topla oynama yüzdemiz %50-50 ile eşit seviyede. En az rakip kadar belki de daha fazla pozisyona girdik. Çok fazla baskı uyguladık. 25 yaş ortalamasıyla yeni 6 oyuncu oynattık..." Öncelikle buradaki tahliller ne derece doğru ona bakmak lazım!

       Topla oynama yüzdesi rakamsal olarak denk ya da yakın olabilir peki sahaya yansıdı mı bu derseniz bence hayır. Aklıma Lucescu'lu dönemde Beşiktaş'ın derbi maçlarını hatırlayanlar bu rakamların bir hiç olduğunu bilirler. Galatasaray deplasmanında Fenerbahçe deplasmanında 1-0 lık galibiyetlerle dönen Beşiktaş rakibine %60-65 oranında topla oynama yüzdesi vermişti. Maçın içinde zaman zaman bu rakam yukarılara da taşınmıştı. Ama Galatasaray maçını düşünürsek önce yenilmeyelim diyerek çıkılan maçlarda İbrahim Üzülmez ile çıktığı tek pozisyonda gol bulup galibiyetle dönmüştü. Futbol iyi miydi hayır ama amaç hasıl olmuştu Beşiktaş şampiyon olmuştu o sezon. Topu ayağınızda tutmanız değil ayağınıza gelen topu nasıl kullandığınıza bağlı iş yani eşitlik bir anlam ifade etmiyor.

      25 yaş ortalaması konusuna gelince de bu övünülecek bir şey değil maalesef özellikle rakibiniz Hollanda ise. Hollanda 23 yaş ortalaması ile oynuyor ve sen 6 oyuncu diyorsun adamlar 7 yeni oyuncu ile oynuyor. O yüzden de yaş ortalaması ve yeni oyuncu sayısı rakam kalabalığından başka bir anlam ifade etmiyor.

     Selçuk İnan konusunda da Abdullah Avcı Kuyt'ı örnek gösteriyor. "Türkiye liginin en iyi oyuncusu Hollanda yedek kulübesinde oturabiliyor." Türkiye liginin kalitesi ya da niteliği ne acaba Abdullah Avcı'nın gözünde. Hollanda milli takımında kulübede oturmak değil Türkiye'ye geldikten sonra lig performansları kesin gösterge olmadığı için takıma çağrılmayan ya da aday kadroda elenen oyuncular var. Türkiye ligi bir kıstas olamaz bu konuda hele ki sıralamalarda Kıbrıs ile çekişiyorken.

     Abdullah Avcı'nın her söylediği bana "cık cık cık" çektiriyor. Bu tarz bir konuşma kıyaslama bu seviyede yapılacak hesaplamalar değil. İBB'de iken "rakibimiz güçlüydü bizden 3 büyüklere karşı oynamak deplasmanda çok zor ama %50-50 oynamak büyük başarı" demeye benzemez. Pratikte olmasa da teoride bu eleme grupları en üst seviye sayılabilecek bir konum. O yüzden zihniyetin biraz daha değişmesi lazım.

      Son bir kaç gündür Aykut Kocaman, Bülent Uygun derken şimdi de Abdullah Avcı meselesine girdik ve ana konu üçünde de söylemleriydi. Zor gözüküyor ama Avcı mentalitesini değiştirirse çok daha faydalı olabilir bu basın toplantısı konuşmaları. En azından mazeret bildiren öğrenci konumundan sadece açıklamaları dinlediğimiz bir ortam sağlanabilir. Kim bilir böyle bir tarz tutturulursa Sezen Aksu'nun da dediği gibi "iklim değişir Akdeniz olur" gruplardan lider çıkacağımız günler de gelir.

9 Eylül 2012 Pazar

Çirkin Kral Ölümsüzdür



      Sevgili kardeşim

      Demirspor bu yıl 1.lige geçerse çok sevineceğim. Muharrem abinin çabası boşa gitmesin artık. Sivas yenilgisine üzüldüm.

      Bilir misin ki ben Demirspor'da çocukluğumu ilk gençlik yıllarımı buluyorum. İçimi ezen bir duygu taa tahta perdeli tel örgülü Adana stadına kadar götürüyor beni. Külahta leblebi...Çekirdek...Zaman Gazozu...Atam Gazozu...ve Toroslar...Seyhanspor...Kaleci Ferit...Toroslu Kamyon Behçet...Kaleci Recai...Seyhansporlu Sarı Tahsin...ve Muharam Abimizin gençliği...

      Nedir bu boğazımıza düğümlenen gözlerimizi buğulandıran duygu? Geömiş günlere duyduğumuz özlemin anlamı ne? Nerede benim erik ve badem çaldığım bağlar...Nerede benim top oynadığım çocukluğumuzun arsaları...

      Çok selam söyle Muharrem Abiye...Yürekten başarılar diliyorum.İleride çıkmak nasip olursa faydalı olmaya çalışacağım Muharrem Abiye ve Demirspor'a... Öperim hepinizi...Selam...


     Yukarıda yazılanlar 1972 yılında devrimcilere yardım ve yataklık yaptığı için 2 yıl hapis yatan Yılmaz Güney'in sınıf arkadaşı Yavuz Payda'ya Adana Demirspor'a olan özlemini anlattığı bir mektup... Aramızdan ayrılışının 28.yılında Yılmaz Güney'i unutmadık. 28 yıl oldu ama Çirkin Kral hala aramızda...Demirspor tribünlerinde, bir yürüyüşte, bir haksızlık karşısında direnişte...Ve onun varlığı hala birileri için korku nedeni...


Sen Artık Sus Bülent Hoca!



     Burası Elazığspor, herşey ortaktır. Elazığspor'u desteklemek mecburiyeti vardır. Sonunda eleştireceksek beni eleştirirsiniz ama eleştiri dozunu da bilerek,yerinde üslubunda,tarzında. Sonra ben de bir eleştirirsem adamın aklını alırım. Anladın mı? O anlamda da eleştiri yapanın da aklını alırım. Çünkü onun aklını alma hakkına da sahibim"

     (Bülent Uygun kendisini eleştiren basın mensuplarına "açıklama" yaparken)

     

Sen Hep Konuş Aykut Hoca

      Lig Tv'de konuşacağı açıklandığından beri merakla bekliyordum Aykut Kocaman ne konuşacak diye. Aykut Kocaman kelimelerini seçerek konuşan daha açık söyleyeyim konuşmasını bilen biri. Karakterinin vermiş olduğu ağırlığı sözlerine de yansıtabiliyor da diyebiliriz. Öyle efsaneler vardır ki konuştukları zaman televizyonun sesini kısıp aklımda efsane kalsın dersiniz.( Not:İlk aklıma gelen Hakan Şükür değil)

       Şansal Büyüka'nın beceriksiz moderatörlüğü bile gölge düşüremedi Aykut Hoca'ya. Gerek taraftar sorularını gerekse Büyüka'nın kendince "usta işi" sorularını tek tek ders verir gibi açıkladı.  Kulağımıza küpe olacak o sözlerden bazılarını not düşelim öyleyse. Hepsi değil aklımda kalan bam telime dokunanlara yer vermek en doğrusu...


      İnatla ve sabırla bu ülkede yapılan yatırımların karşılığının alınmadığını savunuyorum. Yatırım ve verimlilik arasında paralellik yok.

      Birinci sınıf oyuncuları buraya getirmemiz çok zor. Dünya futbol merkezinin dışındayız.

      Futbolcu Aykut Kocaman benim takımımda oynayamaz. Koşmayan bir futbolcuydum.

     Alex'i kıskanıyor musunuz sorusuyla karşılaşabileceğimi hiç düşünmüyordum. Bu soruyla karşılaşmak kadar abes bir şey olduğunu düşünmüyorum.

      Futbolun doğasına pek uygun olmadığım doğrudur.

     Tuncay Şanlı için takımda yer bulamadım öyle bir isimi geri getiriyorsanız yanınızda oturtmanız çok da hoş olmaz. Onun kalibresinde biri için bu çok önemli.

      Emre ile ilgili şunu belirtmek isterim. Bir konuda kendinizi savunurken karşınızdakini yaralayabilirsiniz çünkü bunun bir ortası yok. O yüzden Emre'ye olan saygımdan konuşmak istemiyorum bu konuyu.

     Türkiye ligine ödenen yayın hakları geliri gerçek dışı geliyor bana. Kaliteyi düşününce hakkı değil bu para.
      Tabi yaklaşık iki saate yakın süren programda Aziz Yıldırım'dan Selçuk'a,transferlere, bir çok konuda önemli açıklamalar yaptı ama dediğim gibi aklımda en çok kalanları ya da bam telime dokunanlara yer verdim. Bu sorularla bu kadar dedirtmedi sorulardan daha iyisini verdi ve cevapladı.

     Bu programı izleyince bir kez daha dedim: Sen hep konuş Aykut Hoca!


8 Eylül 2012 Cumartesi

Hollanda-Türkiye:2-0 | Başladık...



      Avrupa Şampiyonasında sıfır çeken Hollanda ile karşılaşacak milli takımın basın ayağında ve teknik ekibinde sebebini anlayamadığım bir aşırı güven ümit hali vardı. Bu güven ve ümit içinde referans noktası Hollanda'nın Avrupa Şampiyonasında sıfır çekmesi gösteriliyor.

       Hani şu bizim gidemediğimiz, Playoff'ta Hırvatistan hezimetiyle yerle bir olduğumuz için evden favori takım seçtiğimiz turnuvada sıfır çekti Hollanda. Hem de grubunda Almanya-Portekiz-Danimarka ile eşleşerek tüm maçlarda kafa kafaya oynayarak sıfır çeken Hollanda'dan bahsediyoruz.

      Maça çıkmadan önce sistem ve kadromuzun belli olmadığı bir maçta Abdullah Avcı ve basını gruptan lider çıkacaklarını söylüyorlardı. Hangi kadroya güveniyorsunuz, hangi sistemle olacak bu iş? Maçın içeriğine gelince çok zevkli tempolu bir maç olmadı. Gole kadar kör dövüşü şeklinde geçen maç Van Persie'nin yan toptan gelen golüyle Hollanda tarafına akmaya başladı.


     Savunmanın sağında Hamit Altıntop çok çaresiz gözüktü. Hatırlayanlar olacaktır geçen yıl R.Madrid formasıyla Barcelona maçında da aynı bu şekilde çaresiz gözüküyordu. Onun kanadını yol geçen hanı gibi kullanan Hollanda tüm ataklarını bu kanattan yaptı ve etkili de oldu. Orta sahada da hakimiyeti Hollanda'ya erkenden kaptıran milli takım ikinci yarıda Nuri ile bir şeyler denese de tutmadı. Nuri'nin adını duymadık desem biri de çıkıp olur mu öyle şey şurada duydum diye bana karşı gelmez herhalde. Arda yine iyiydi topu taşıdı bire biri zorladı ama ileri uç adamlarına ulaştıramadı topu. Umut çabaladı ikinci yarı oyuna giren Burak ne yerden kalkabildi ne ofsayttan çıkabildi.

      Bir başka gerçek de şu ki Tunay ve Sercan direk Bundesliga kontenjanından bu takıma girmişler. Formları ve fiziki olarak gösterdikleri şeyler hiç de iç açıcı değildi. Almanya'ya kaptırmamak için milli yapıyoruz tamam iyi de bu adamlar her maça ilk 11'de çıkmak zorunda değiller. Nuri kaliteli bir oyuncu olabilir tekniği mükemmel de olabilir ama onca maç eksiği varken Selçuk dururken Nuri giremez oyuna. Ya da Hamit 90 dakikayı kenarda Gökhan Gönül varken tamamlayamaz o performansla!

      Uzun lafın kısası ilk maçtan Macaristan Hollanda'dan puan alırsa muhabbetleri başladı bile. Grupta yine ikinciliğe oynayacağımız belli oldu. İkinciliğe oynamak da bir "ümit" temennisi gibi duruyor şu performansla. Bir başka manevrada bin bir türlü lobiyle basın tarafından mutabakatla getirilen Avcı'nın ilk maçtan bu kadar eleştirilmesi oldu.

      Hollanda son dakikalarda yerden kalkamazken eminim ki Abdullah Avcı'nın İBB ile büyük takımlara karşı oynarken yerden kalkmayan takımı gelmemiştir ama benim geldi ne yalan söyleyeyim.

       Maç bitiminde topla oynama yüzdesi 53-47 olarak yansıyordu ama açıkçası gördüğüm futbol farkı çok daha fazlasıydı. Bundan sonrası biraz daha ümitsiz gidecek sanırım. Artık grupta sadece Türkiye'yi tutmuyoruz yine!

6 Eylül 2012 Perşembe

Futbolcu "Mal" Değil Bireydir



         Bir futbolcu kulübü için ne anlam taşır? Bu cevap kişiye göre değişiyor sanırım. Futbolcu yerliyse başka yabancıysa başka hele alt yapıdan bir oyuncuysa "bizim çocuktur" o bambaşka... Futbolcu alırken ya da verirken olmadı takaslarda takımlar ya da kişiler kalitelerini de sergiliyorlar.

       Geçtiğimiz günlerde Gökhan Süzen'in Beşiktaş'a transferi ile ilgili bir yazı yazmıştım. O günden sonra Gökhan transferinde beklenmedik olaylar yaşandı. Nene transferi için Beşiktaş'tan haber beklerken o saatlerde Beşiktaş borsaya Gökhan Süzen'den vazgeçildiğini yazdı.

      Beşiktaş Gökhan için 200.000€+ Emre Özkan teklifini sunmuş ve bu teklif çerçevesinde anlaşmıştı kulüpler. Fakat Beşiktaşlı Emre bu takasa yanaşmadı ve kulübünde kalmak istediğini iletti. Takas olmayınca Beşiktaş da Gökhan için fiyat arttırmak yerine transferden vazgeçti. Ya da Beşiktaş o sırada Nene için PSG ile görüşürken Gökhan için girişimde bulunmak zor geldi(!)

       Beşiktaş Gökhan transferi Emre'nin rızasına takıldığı için intikam alırcasına Emre'yi kadro dışı bıraktı. Emre artık takımdan ayrı çalışmaya başladı bile. Bunun tek nedeni Emre'nin kendisine "yöneltilen teklifi" reddetmesi oldu.


      Futbolcuyu "mal" olarak gören Samet Aybaba zihniyeti bu yöntemle futbolcudan intikam alıyor. Genç bir futbolcuya "endüstriyel futbolun" kılıcını saplayan Samet Aybaba koca transfer döneminde plansız programsız ilerleyip son 2 günde transfer yapmaya kalkınca suçu gencecik bir futbolcuya yıktı. Zaten Gökhan gelse muhtemelen Beşiktaş'ı zirveye taşıyacaktı(!) Samet Aybaba'nın 11'deki vazgeçilmezi olacaktı(!) Şampiyonlukta takımın lideri görevini üstlenecekti.(!) İlk yazıda da yazdığım gibi Gökhan sadece alternatif olabilecek bir oyuncuydu bu kurguda. Gençlerle oynayacağız, takım kolej havası yakaladı diyen adamlar bugün alt yapı oyuncularını "feda" ettiler. Gökhan sol kanat ve bek oyuncusu Emre peki? O da aynı mevkide oynuyor. Alternatif bir isim almak yerine Emre kullanılamaz mı? Şimdi Gökhan da yok Emre de... Transferin eksik bölge için yapıldığı söylenirken iki oyuncudan olmak  ne anlama geliyor.


      Futbolcuyu mal olarak gören Beşiktaş yönetimi ve Samet Aybaba, İbrahim Üzülmez'in transfer sezonu kapanmışken 34 yaşında sözleşmesini fesheden Demirören yönetiminden farklı değildir. Altyapısından yetişen Batuhan'ı tekrar para verip geri alan Beşiktaş'ta görülen o ki yönetimin değil artık bir zihniyetin değişmesi gerekiyor.