21 Ağustos 2013 Çarşamba

Her Yer Futbol Her Yer Direniş

Direniş günlerinde duvara yazılan bir yazı aslında her şeyi özetliyordu: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Sil gözyaşlarını!” Sokağın hali , siyasetin hali bu söz çerçevesinde şekillenirken hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı bir başka alanda futbol olacak. Bunun bilincinde olan iktidar ve adamları önlemlerini alelacele e-bilet uygulaması gibi, kombine kart taahhütlerinde kaçak maddeler eklemek gibi gülünç hareketlerle almaya çalışsa da engellemeleri kolay gözükmüyor.

İstanbul’da başlayan direniş diğer şehirlere sıçramış olsa da bu durum İstanbul’un ilgisini çekme konusunda yetersiz kaldı. İstanbul yine medya ve reyting olarak diğer illerin görmezden gelinmesini sağladı.Futbol sahalarında da aksini düşünmek aşırı iyimserlik olur. Şimdiden şunu söyleyebiliriz ki İstanbul statlarında olacak “tepkimsi” hareketler Anadolu şehirlerinde olacak tepkilerin önüne geçecektir

Süper Lige baktığımızda direnişin üst seviyede olduğu illerden İstanbul dışında; Ankara,Eskişehir,Antep ve Kayseri göze çarpıyor.  Kayseri’de neler olup “olmayacağına” dair ip uçlarını Süper Kupada gördük. Antep’te ise kulüp taraftarlarından bağımsız bir yapı sokaklarda olduğu için onlar için de bir şey söylemek güç olacak. Özellikle takımlarının bu sezon sıkıntılı bir süreç geçireceğini düşünürsek takımlarını protesto etmeleri daha yüksek bir ihtimal gibi gözüküyor. Eskişehir ise direniş şehitlerinden Ali İsmail’in yitirildiği kent… Eskişehirspor taraftarının da katıldığı direnişte pankartlarıyla “19 Haziran 1965’ten beri bozuk düzene direniyoruz” diyorlardı. Forumlarda da bireysel olarak kendilerini gösteren Eskişehirspor taraftarları EsEs Bandosunun sesine direniş sloganlarıyla ses katması muhtemel gözüküyor. Özellikle tribün kültürü olarak da zaman zaman polislerle gerilim yaşayan Eskişehirlilerin bu sezonu da gerek tribün yasaklarıyla gerekse olası siyasi protestolarla zorlu geçeceğe benziyor.

Direnişin bir başka kalesi Ankara ise rengini sezon başlamadan belli etti. Kennedy Caddesinde, Dikmen’de Kızılay’da gerek Ankaragüçlüler gerekse Gençlerbirlikliler çatışmaların birebir içinde oldular. Bir gözünü kaybederken üzerinde Gençlerbirliği forması olan Murat Özdemir’in o bakışları hala akıllarda… Yine mizahın üst seviyede olduğu bir Kennedy akşamında TOMA harekete geçerken üzerinde Ankaragücü forması elinde bahçe hortumu ile TOMA’ya su sıkan Ankaragüçlü de akıllarda… İki kulübün tribünlerdeki ortak tezahüratı genelde “Ankara Emniyet, bu ne rezalet” olurken bu sezon yine bunu sık sık tekrar edeceklerini düşünüyorum.

TSYD Kupası vasıtasıyla bu sezon ilk kez tribündeki yerini alan Gençlerbirliği taraftarı ilk tepkisini de gösterdi. Siyasi sloganın yasak olduğunu belirten acar İçişleri Bakanını kendi silahıyla vuran Gençlerbirlikliler bir süre sadece “SİYASİ SLOGAN” diye bağırdılar. Ardından “Hüloooğğğğ” kısmına geçen Kırmızı Karalı taraftarlar finali de “gol ata gol ata kazanacağız” , “her yer Kırmızı her yer Kara” ile yaptı. “Stop NATO” pankartıyla yeşil sahada NATO sürecine ve 1 Mart Tezkeresine en net tepkiyi koyan Gençlerbirlikliler bu sezon ligde de çokça kendilerinden bahsettirecektir. O gün Beşiktaş-Ç.Rizespor maçında atılan “Her yer direniş her yer Beşiktaş” sözü kadar bu atılan sloganların değerinin olmaması da en başta söylediğim konuya denk düşüyor. Ankara’nın diğer kulübü Ankaragücü taraftarları da polisin “yenemediği” tribünlerden. Her yerde atlı polislerden tutun da çevik kuvvete kadar bir çok yolu deneyen polis Ankaragüçlüleri kendince “uslandıramadı”. Bu sezon da Ankaragüçlüler ilk 8 hafta 19 Mayıs Stadı’nda maç izleyemeseler de “Diriliş” dönemine yakışır bir tribün performansı sergileyecektir.

Bir alt ligde ise “Allahına kadar diren Adana” diyerek sokaklara çıkan , acıyla büyümüş çocukların biber gazıyla dalga geçtiği Adana var. Adana Demirspor tribünlerinin siyasi tavrı-tutumu zaten bilinen bir gerçek. Bu Gezi Direnişi sürecinden de alınlarının akıyla çıkan “şehrin asi çocukları”, ilk fırsatta Kayserispor’la oynanan sezon açılış maçında Gezi’ye selamını çaktı. Bu selamı sezon içinde sık sık duyacağız.Aynı ligdeki İzmir temsilcisi Karşıyakaspor taraftarları da direnişin içinde olan gruplardandı. İzmir’de yapılan göz altı operasyonlarında Karşıyakaspor tribün liderleri de göz altına alınmış ve salıverilmişti. Bu göz altı olayı tam da Suat Kılıç tribün liderleriyle akşam yemeği yerken oluyordu. Bu olay da maalesef çArşı üyelerinin göz altına alınması kadar ses getirmedi.   Yine aynı ligdeki bir başka takım olan Mersin idman Yurdu taraftarları ise ligden düşmelerine de gönderme yaparak “Biz halkız,halk düşmez” pankartıyla alanlar da oldular. Onlar da tribünden bu sıcak günlere gönderme yapacaklardır.

En merak edilen takımlardan biri ise 2.ligde mücadele eden Hatayspor olacak. Halk Savaşı kavramından barikatlarıyla, inançlarıyla küçük örnekler sunan Hatay halkı, direnişi hayatının baş köşesine koymuş durumda. Abdullah Cömert’in hemşerileri onu tribünde yaşatmaktan ve anmaktan da geri durmayacaklardır.


İstanbul’un  dışındaki şehirlerde İstanbul’un uzağında polis şiddetinin çok yakınında, güzel goller izlemenin garantisini olmadığı ama tribünlerinde güzel hareketlere garanti veren bir futbol sezonu başlıyor. Muhtemeldir ki İstanbul onların sesini duymasa da, görünmez de kılsa onlar yine “Her yer Taksim,her yer direniş” sözünü bol bol dillendirecekler. Çünkü tribünler direnmeyi “çok iyi bilir”…

18 Ağustos 2013/Evrensel Pazar

15 Ağustos 2013 Perşembe

Sıfır Hakem / Fikret Doğan - Taraf

6 hakem muhabbetleri açıldığına göre bu konuda yazılmış bence en güzel yazıyı paylaşmak istedim. Fikret Doğan'ın mükemmel yazılarından sadece biri olan bu yazı her hakem hatasında aklıma düşer. O nedenle şimdi "Sıfır Hakem" yazsının tam zamanıdır...

Başlangıçta iki takım, iki kale, iki yarı saha ve bir top vardı. Her maç büyük bir kardeşlik duygusuyla sıfır-sıfır başlardı. Simetriyi bozan tek unsur meşin yuvarlaktı; sanırım işte bu yüzden onu tekmelerdik. Harala gürele topumuzu oynar, bir anlaşmazlık çıktığında, biz oyuncular bunu kendi aramızda hallederdik, kâh tatlı dille kâh bağrış çağrış. Bazen taşkafanın teki inatçılık ederse, öfkesindeki sahiciliğe saygı duyar, “hadi bu sefer de senin gönlün olsun” deyip suyuna giderdik; hep haklı olmak değil, birlikte yaşamak önemliydi çünkü. Maç hayata tâbiydi, ondan azade bir şey değildi. Her türlü herzeyi yiyip sonra da “sahada yaşanan sahada kalır” diyemezdin öyle. Bilirdik çünkü, yaşam provası dediğimiz şey yaşamın ta kendisiydi. 

Fakat günlerden bir gün saha kenarında ipsiz sapsız bir adam peydahlandı. Diğer seyirciler gibi maçı heyecanla seyretmiyor, tam tersine ihtiraslı gözlerle sahayı süzüyordu. Elindeki köstekli saati sallayarak “Size maçın ne zaman bittiğini söyleyebilirim” dedi masum bir surat ifadesiyle. Bu yardım teklifinin ardında sinsice bir niyetin yattığı kimin aklına gelirdi ki? Ertesi gün saha kenarında dikildiğinde üzerinde takım elbise ve kravat vardı; çok önemli bir adammış gibi kabarıyordu. Derken bir gün elinde düdükle çıkageldi; artık bağırmak zorunda kalmayacakmış. Onun ne kadar tembel biri olduğunu daha o gün anlamalıydık. Sonra yine kendisi kılıklı iki kardeşini getirdi, “Bunlar çizgide dursun, anlaşmazlık çıkarsa danışırsınız” dedi. Böyle böyle yuları kaptırdığımızın farkında bile değildik.

Oysa aramızdaki mevzuları yine eskisi gibi konuşarak halledebilirdik. Şimdi ise sürekli birbirimizle didişip duruyorduk. Bunun üzerine “Bu böyle olmayacak, en iyisi ben sahanın içine gireyim, kardeşlerim de ofsayta baksınlar” dedi. Artık sadece zamanın değil, mekânın da efendisiydi; sahanın üzerindeki kuş bile ondan soruluyordu. Elindeki düdük Azrail’in orağına dönüşmüştü. Nitekim daha sonra bu adam takım elbiseyi çıkarıp kara gömlek giyecekti. Despotun tekiydi. Tanrı kelamı gibi hiçbir dediği tartışılamıyordu. Üstelik bir zamanlar rica minnet sahaya giren adam şimdi bizi sahadan atma hakkına sahipti. Dağdan gelip bağdakini kovmak diye buna denir işte. Bir gün teknik direktörler maraza çıkarıyor gerekçesiyle bekçi niyetine başka bir akrabasını daha musallat etti başımıza. Sürekli amip gibi bölünüyordu bu adam. Şimdi de kale arkalarına iki akrabasını daha yerleştirmek niyetindeydi. 

Oh ne âlâ, ofsaytları yancılara, gol ve penaltıları kale arkasındakilere, kulübedeki arızaları dördüncülere havale etmişti. Kendisi artık sıcak sudan soğuk suya elini sürmeyecek anlaşılan. Yakında ortasahaya sandalyeyi atıp, getir götür işlerine bakan çırak hakeme “hadi koçum şuradan çift kaşarlı bir tost kap gel bakiim” derse hiç şaşırmayın. Gidişat onu gösteriyor çünkü. 

Hakemin varlığı sadece birbirimize duyduğumuz güveni değil, içimizdeki dürüstlüğü de çaldı götürdü. Artık bizim için ahlak duygusunun soyunma odasında bırakılması gereken gündelik kıyafetlerden hiçbir farkı yok. Paranın bizi bozduğu söyleniyor. Doğrudur, ama hakem kadar değil. Çünkü futbolun milyonlarca insanın gözü önünde değil de sadece hakemin gözü önünde oynandığını düşünür olduk. Öğretmenin kötümcül otoritesini kopya çekerek altetmeye çalışan öğrenciler gibi biz de kurnazlığa kaçmaya başladık. Hakeme ne yedirirsek kârdır sandık, ama böyle yaparak onun gücüne güç kattığımızı hiç düşünmedik. 

Ne tuhaf, hakemin sayısıyla birlikte hatalar yüzünden kopartılan yaygara da artıyor. “Hadi biri görmedi, hadi ikisi görmedi.. altısı da mı görmedi bunların?” Hakemin sayısını arttırmak bir çözüm değil. Tam tersine başlangıç sayısına indirmelidir, yani sıfıra. Meraklanmayın, biz de en az sizin kadar dürüstüz. Eğer futbol başlangıçtaki gibi hakemsiz oynanan bir oyun olsaydı Ali Güneş o plonjonu yapmazdı. Yapsaydı bile kendi eliyle dikerdi topu penaltı noktasına. Şu anda şu anda bir futbolcunun kendini yalandan yere atması bir hakemin en doğru kararından bile daha ahlâkidir. O kara gömlekli herifin dönmemecesine defolup gittiği gün futbolun da kurtuluşudur, çünkü şeytana sattığımız ruhun geri alındığı gündür aynı zamanda.

Fikret Doğan - Taraf 
23 Eylül 2009

13 Ağustos 2013 Salı

AEK'in Dirilişi...

AEK,malum borçları nedeniyle bu sezon 3.ligde mücadele edecek. Bu buruk hikaye herkes tarafından bilindiği için, bu bölümü kulübü borçlandırıp, 5.5 Milyon Euro zimmetine geçiren Psomiadis'in hapiste sürünerek yaşamına devam etmesi dileğiyle geçelim.

Bu sezona haliyle sancılı başlayan AEK, bu durumun tam aksine umutlu başladı. Öncelikle federasyona stat olarak Atina Olimpiyat Stadı adres verildi. Yunanistan'da bu stadı dolduramayacağı söylense de spor basınındaki rakamlar tam tersini söylüyor. sport.gr sitesinde yayınlanan ve ulusal basında da yer bulan habere göre 5 günde yapılan satış 5 bini aştı. Talebin bir hayli fazla olduğu söylenen kombinelerden rekor bekleyenler de yok değil.

Öte yandan Pana' ve Olympiakos'un ise bu rakamların halen çok altında olduğu söyleniyor. Buna Pana' ve Olympiakos destekli basın "AEK bilet satmak için abartılı rakam veriyor" dese de genel değerlendirme ve kulüp açıklamaları bunun doğruluğu şeklinde.

Bu bilet atağı Ankaragücü'nün "Diriliş Sezonu" sloganını epeyce andırıyor. Ankaragücü de 19 Mayıs Stadı'nda oynama kararı almış ve kombine biletlerini Pazartesi itibariyle satışa sundu. Ankaragücü için de ilginin yoğun olacağı söyleniyor. Haliyle "Bi Aek değil" ama ilgi olması muhtemel...

AEK, Olimpiyat Stadını doldurur mu? Üst ligdeyken tıklım tıklım dolma gibi bir durum çok nadir oluyordu, özellikle son yıllarda ama bu sene kayda değer rakamlara yaklaşacaklardır. 19 kişilik bir kadro oluşturan AEK'in yaş ortalaması 23. Genç bir kadroyla yola çıkan takımda, 2000 yılından beri takıma emek veren 37 yaşındaki savunmacı Nikos Georgeas ise takıma abilik yapacak.

Kısaca belirtmek gerekirse tüm bu bilet muhabbetinin sonucu olarak; uzun bir yolu olan AEK, bu yolu "yalnız yürümeyeceğinin" bilinciyle yola koyuluyor.

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Umudumuz Stancu!

Liginin en çok gol atan oyuncusu olarak takımıyla Antalya’ya devre arası kampına gelmişti. Teknik Direktörlük koltuğuna Hagi’yi oturtan Galatasaray, azımsanmayacak bir para olan 5Milyon Euro’ya onu Antalya’da kamp yapan Bükreş ekibinden alıp kendi ekibine katıyordu. O Romanya’dan ayrıldı ama Romanya Liginin golcüleri hatırasına yazık olmasın diye midir , nedendir bilinmez onun yarım sezonda attığı golleri geçemeyerek Stancu’ya arkasından “Kral” unvanını göndermişlerdi.

Zapata ve Culio ile kurtarıcı sıfatıyla takıma katılan Stancu 14 maça çıktığı Galatasaray ile 2 gole imza atabilmişti. Galatasaray sezonu 8.tamamlarken 5 Milyon Euro verilen kurtarıcı “tu kaka” seviyesine çoktan getirilmişti. Ligin yeni takımlarından Orduspor onu bonservisiyle alamasa da kiralama yoluna gitmişti. Metin Diyadin’le başlayıp Hector Cuper ile ligi tamamlayan Orduspor’da 31 maçta 10 gol atan Stancu’nun tekrar Galatasaray’a dönmesi gündem gelse de bu gerçekleşmedi.

Ertesi sezon yoğun pazarlıklar sonucunda Cuper’in ısrarla takımında görmek istediği oyuncu bu kez 2,5 Milyon Euro gibi yine azımsanmayacak bir bedelle Orduspor’a transfer oluyordu. Orduspor ise bu sezonu PR çalışmalarından başını kaldırmak zorunda kalarak lige tutunma ile geçirmek zorunda kalıyordu. Ama onun tarifesi şaşmadı. İleri gidemeyen, hücum yapamayan Orduspor’da 30 maçta yine 10 gol attı. Ama bu 10 gol Ordu’yu ligde tutmaya yetmedi. Onun ısrarla takıma kazandırılmasını isteyen Cuper de zaten bavulu toplayıp çoktan kaçmıştı.

3 yıl daha sözleşmesi bulunan oyuncunun durumu belirsiz bir hal alırken, Ankara’da yana yakıla forvet arayışları devam ediyordu. Gazeteler önce Culio, Oumarou, Charlton Cole, Petric gibi isimler yazsa da bir türlü Vleminckx’ten boşalan koltuğa bir forvet alınamıyordu. Forvetsiz olarak da Avusturya kampına giden Kırmızı Karalar burada Lekic ile denemeler yapıyor yine bilindik sonuçlar alıyordu. Almanya kampının son günlerine doğru forvet arayışları nihayete eriyordu. Gençlerbirliği diğer sayılan tüm isimlerden şu veya bu şekilde vazgeçiyor, Metin Hoca’nın bildiği bir isim olması ve ligi tanıması sebebiyle Stancu’da karar kılıyordu.

Transfer için pek para harcamak istemeyen, bonservisi elinde futbolcu avına çıkan Gençlerbirliği, Stancu için bonservis bedeli ödemese de Orduspor’dan alacaklarını ödeyerek kasadan ekstra para çıkarmıştı. 
Vleminckx vedasından sonra taraftarın istediği forvet CM/FM deyimiyle “finishing” seviyesi 20 olan bir forvetti. Stancu hamlesi bir çok Gençlerbirlikli için tam bir kafa karışıklığıydı. İyi ya da kötü gibi keskin yorumların yapılamayacağı Stancu, dendiği gibi “ligi tanıyor”. İki sezonda attığı gol sayısından ziyade geçen sezon attığı 10 gole ulaşabilmiş Gençlerbirlikli futbolcu yok. Şu anki Gençlerbirliği hücumunun kalitesini arttırdığı bir gerçek.

Gol yollarındaki en güçlü silah ve taraftarın umudu olan Stancu bu performansını ve rakamlarını dahi devam ettirse büyük bir katkı sağlayacak.

Ayrıca Cuper’in savunma futbolunda bu sayılara ulaşabilen bir golcünün, Diyadin’in “hücum oynayan Gençlerbirliği” hayalinde daha fazla gol atma ihtimali de epey yüksek . Jimmy-Mervan ikilisiyle kanatları daha çok çalışacak Gençlerbirliği hayali için pivot özellikli bir santrafor daha yerinde olabilirdi belki ama artık eldeki malzeme bu olacak. Çünkü Gençlerbirliği 6+0+4 denkleminde tüm rakamları kullanmış durumda. Bu saatten sonra kontenjanda yer açıp da Stancu’nun yanına civarına bir pivot forvet alabilir mi, zor gözüküyor.

Malaga ve Fürth maçlarında takımın tek forvet ile sahaya çıkarak 4-5-1 dizilişine benzer bir dizilişle sahada olması bu kontenjan boşalsa bile bu yönde bir tercih kullanma ihtimalinin düşük olduğunu düşündürüyor.


Sonuç olarak Stancu’lu Gençlerbirliği hücumu biraz daha güçlü ama halen büyük bir caydırıcılığa sahip değil gibi gözüküyor.Bu caydırıcılığı sağlayacak olan ise Mervan ve Jimmy’nin “al da at” nezaketinde asistleri olacak.