31 Ocak 2013 Perşembe

Oleguer: Sosyalist Bir Sağ Bek

Futbol eğer sadece futbol olsaydı 13-14 yaşında bir oyuncunun kalbine giremeyecek bir yetenekteydi Oleguer. Sağ bekte Barcelona'nın arızalı bölgesi gibi lanse ediliyordu kaptanlığa kadar yükseldiği takımda.

Sabadel'de Katalan bir ailenin çocuğu olarak doğmuş ve bağımsızlıkçı her Katalan çocuğun oynamak isteyeceği Barcelona'ya Gramenet'ten transfer olmuştu. Ama onu Oleguer yapan ya da diğerlerinden ayıran şey ne tekniği ne kazandırdığı maçlar ne de yaptığı hayati hatalar...Onu farklı yapan şey militan ruhu.

Sıradan ya da normal biri değil, makul olmaya ise hiç niyeti yoktu. Düzenin dayattığı futbolunu oyna paranı kazan lüks evlerde lükse arabalarda hayatını yaşa anlayışı ona hiç de uygun değildi. Örneğin hiç lüks bir arabası ya da evi olmadı. Orta halli bir karavanda hayatını yaşıyordu. En büyük disiplinsizliği sınav saatlerine gelen antrenmanlara katılmayı aklının ucundan geçirmemesiydi.

Onu muhafazakarların hedefine koyan şey ise Bask gazetesi Berrla'ya yazdığı yazıda tutuklu bir ETA üyesinin serbest bırakılması için çağrı yapmasıydı. Önce sponsorunu kaybetti "böyle bir sebeple anlaşma bozulacaksa çok da can sıkacak bir mesele değil bu" diyerek çok da moralinin bozulmadığını gösteriyordu ele güne. Barca taraftarı da sponsor marka Kelme'yi boykot ederek desteklerini sunuyordu ona.

Sabadell'de anarşist gençlerle ev işgallerine katılıyor, mültecilerle evsizlerle anarşistlerle omuz omuza çatışıyordu sokaklarda. Çatışma sonunda gözaltına alınanların arasında o da vardı. Polis yaralamaktan yargılanıyordu, kısa sürede beraat etti. Afganistan savaşına karşı sokaktaydı, Irak savaşına karşı sokaktaydı.

Lise yıllarından bugüne kadar her adımını militanca atan Oleguer henüz 17 yaşında "politik tutsaklara özgürlük" eyleminde yaşamıştı polis şiddeti ve gözaltısını. İspanyollar onu "teröristlikle" suçladıkları sırada İspanya milli takımı için davet alıyordu. Cevap aslında tam da ondan beklenen cevaptı: Benim o takımda ne işim var, ben Katalan'ım sadece Katalan milli takımında oynarım." Dediği gibi de sadece Katalan milli takımında 6 maç yaparak tamamladı milli takım kariyerini.

Gerek kulüp başkanından gerekse Rijkaard'dan yazdığı makaleler yüzünden epey eleştiri ve uyarı aldı. 2006 yılında şampiyonluk Barcelona'ya giderken o elindeki Katalan bayrağıyla atıyordu şampiyonluk turunu. Pep geldiğinde yolu Hollanda'ya düşen Oleguer Ajax ile 3 yıl mücadele etmiş ve futbolu geçtiğimiz yıllarda bırakmıştı.

İspanya malum hareketli günler geçiriyor. Krizin derinleştiği ülkede halk hareketi de bir hayli hareketli günler geçiriyor. Oleguer yine aralarında bir yerlerde mücadelenin içinde yer alıyor. Geçtiğimiz yıl Katalunya Birlik Hareketinin de vekil adayıydı mecliste.

"Hayatta futboldan önemli şeyler de var, bağımsızlık gibi" diyen Oleguer nice gollerin kupaların üzerine çıktı gönlümüzde futbol asla sadece futbol değildir sözünün canlı örneği olarak.

29 Ocak 2013 Salı

Rakamların Ötesinde Drogba

Yaşanan iç savaş bir çok yakınını ondan ayırdı, ülkesi bölünmenin eşiğinde ve o dünya kupasına katıldıkları gün verdiği demeçte şunları söylüyor: Bir an önce ateşkes olmalı ve halkımız istediği barışa kavuşmalı...

Bu sözlerin sahibi ülkemize transfer edilen en iyi isimlerden biri olan Didier Yves Drogba Tébily...

Onun ülkesindeki savaş Kuzeyliler ve Güneyliler arasında aslında yabancılık çekmeyeceğimiz bir savaş. Bir  tarafta Kuzeyli göçmenler, diğer tarafta "Ne mutlu Fildişiliyim diyene" diyen Güneyliler var. Fildişililer Kuzeyli göçmenleri ülkelerinde istemiyor. Onların getirdikleri kültüre bir düşmanlık barındırıyorlar.  Kurulan nizam da en başından beri Güneylilerin nizamı olduğu için Kuzeyliler bir çok hak gaspına uğruyor. Demokratik hakları engelleniyor, seçimlerde defalarca hile ile alt ediliyorlar. Seçimleri kazansalar Güneyliler bu seçimleri tanımıyoruz diyerek kafalarına estikleri gibi kan dökebiliyorlar.

Artan savaş ortamı ve bir türlü anlaşamamazlık ortaya bir akil adamlar kurulu çıkarmış durumda. On üyesi bulunan bu kurul ülkede karışıklıklara son vermek ve barışı tesis etmek için var. Bizde böyle bir kurul olduğunda oradaki on tane adamı rahatlıkla "vatan haini" ilan edip çoktan meydanlarda ip sallandırılırdı. Futbolculara sorduğumuzda ya da meclise bir şekilde girebilmiş eski futbolculara mikrofon uzatıldığında da "büyüklerimiz daha iyi bilir" der geçerlerdi böyle hassas bir konuyu. Ama Drogba öyle değil, kariyerinin önüne koyduğu bir politik tutumu var. Apolitikliğin derin uykuları yerine ülkesinin barışı için çalışıyor. Ve bir gün barış tesis edilecekse Kuzeylilerin de Güneyliler ile aynı haklara sahip olması sağlanacaksa işte o zaman bu olayların altında Drogba'nın da ismi olacak. Milli takımı tamamen barış için kenetleyen bir adamdan bahsediyoruz sonuç olarak. Kuzeyliler ile Güneylileri birleştiren Drogba en karışık dönemlerde milli takımın maçlarını Kuzeye aldırarak oradaki insanlar ile Güneylilerin buluşmasını sağlamış ve bir "kader birliği" olduğunu hatırlatmıştı.

2007 yılında Birleşmiş Milletlerden "İyi Niyet Elçisi" unvanı da alan futbolcu gelirinin büyük bir bölümünü de ülkesine yatırıyor. Kurduğu bir yardımlaşma ve dayanışma derneğinin yanında bir hastane yaptırdı ve futbola başladığı takımın stadında ismi yer alıyor.

Kupalar kaldırmış, goller atmış milyon dolarlık,euroluk anlaşmalara imza atmış bir futbolcunun almış olduğu bu risk bence asıl ayakta alkışlanması gereken mesele. Golcüler ya da goller, giyilen formalar, sözleşmelere atılan imzalar unutulur gider ama bir halkın kalbine atılan imzalar hiç bir zaman silinip gitmez. İşte o yüzden Drogba bir futbolcudan fazlası oldu her zaman...

26 Ocak 2013 Cumartesi

Düşük Tempo,Kötü Futbol ve İkide İki

Gösterdiği kalbi mi, yoksa arma ile ilgili bir gönderme yaparken yaşanılan bir kaza mı? Sosyal ağlarda arma ile ilgili bir kaza olduğu yönünde yoğun bir yorum var. Ama benim kişisel yorumum armadan ziyade biyolojik bir tarif içinde Kulusic...

Düşük tempolu geçen maçta ilk baskı anında golü bularak ikinci yarıya ikide iki ile başlayan Kırmızı Karalar güzel bir başlangıç yapmış oldu. Gözlerin Vleminckx'i aradığı doğru ama bir önceki maçta 5 golün öznesi olan forvete yarışır bir markajla marke edildi tüm maçta. Ben bunun uzun süre devam edeceğini de düşünüyorum açıkçası, gerek basının gerekse bizim abartılı yorum ve övgülerimizle rakiplerin markajından çıkamaz bir süre. Ama bir şekilde gol atacağı muhakkak yine.

Hurşut'un topla koşuları yerindeydi özellikle Dusko'nun önünde oynadığı anlarda. Orada oynasa hep, sanki daha iyi olacak gibi ama Jimmy'nin mevki alternatifi olmaması sıkıntı yaratıyor. Yine de pek teknik ya da taktik detayın yoruma açık olmadığı kapalı bir maç oldu. Her şeye rağmen galibiyet güzel diyelim...

25 Ocak 2013 Cuma

Gekas: Komşudan da Öte

Futbola doğduğu şehirde adım atmıştı. 18 yaşında profesyonel olduğunda kimse ondan 3 tane gol krallığı beklemiyordu muhtemelen. Gekas, Larissa'da oynadığı 3 sezonda "genç golcü" olarak 16 gol kaydetti. Ve kendini Atina'da Yunan futbolunun göbeğinde buldu. Orada göstereceği şeyler onu bir basamak öteye taşıyacaktı bunu o da çok iyi biliyordu. Ama o hala "genç golcü" olarak oynuyordu ve takımı ikinci ligdeki Kallithea'ydı.

Kallithea ile ilk sezonda 3 senede attığı 16 golü atınca Kallithea'yı da birinci lige taşıyordu. Çok sürmedi bir kaç sene sonra Yunan futbolunun zirvesine oynayan takımlardan Panathinaikos'un ilgisini çekti ve ara transfer döneminde Yeşil Beyazlıların forveti oldu. Ama o dönem Pana bir geçiş dönemindeydi. Şampiyonluklara ambargosunu koyan da Pire'den Olympiakos oluyordu. Yeşil Beyazlı formayla 23 gol atan Gekas Panathinaikos şampiyonluğu görmeden kiralık olarak Bochum'a gidiyordu. Ayrılışı aslında hiç de istediği gibi olmadı. PAOK ile takasta kullanmak istenince o Selanik'e gitmeyi reddedip kulüp ile sözleşme uzatmak istediğini söylemişti. Yunanistan'ın kalitesi tartışmalı başkanlarından biri olan Pana başkanı onu kiralık olarak gönderiyordu.

O da gol krallığı ile ayrıldığı Yunanistan'dan bir başka patlamaya bizleri şahit yazıyordu. 32 maçta attığı 26 gol ile Almanya'nın gol kralı olurken Avrupa Teofanis Gekas ismine alışıyordu artık. Almanlar ona Tanrı sıfatını vererek Yunan Tanrısı diyordu. İsmi daha büyük kulüplerle anılmaya başlamış ve sadece bir sezon sonra kral olarak Leverkusen formasıyla ter dökmeye başlıyordu. Tanrı lakabını alması yarı tanrı yarı futbolcu sözlerini de getirdi devamında.

Leverkusen'de de bildiğimiz Gekas'tı, kimi Avrupa maçında kimi lig maçında olmak üzere hayati goller atıyor takımı sırtlıyordu. UEFA'da attığı iki golle Hamburg'u tek başına eliyordu. 3 sezona sığdırdığı 21 golle birlikte düşmeye başlayan performansı kiralık olarak Ada'ya sürgüne gönderiyordu onu. Sürgün olmasının sebebi gidişinden çok gittikten sonra yaşadıklarıydı aslında. Onu oraya ısrarla istekler sonucunda getiren Tony Adams neredeyse o gelir gelmez kovulunca gelen hoca da pek gözüne göstermedi onu. Sadece bir maçta son bir dakika kala oyuna dahil olunca Yunan Tanrısı sinirleniyor ve Portsmouth'un günah defterine büyük bir günah yazıyordu. Bir kaç hafta sonra ona ihtiyaç olduğunda onu oynatmak isteyen hocasına cezayı "oynamak istemiyorum" diyerek kesiyordu. Profesyonel mi? Hayır, ama bahsettiğimiz kişi gittiği her yerde değişilmez olmuş, Yunan Tanrısı sıfatlarına layık görülmüş bir golcü. Hem de Yunanistan'dan ayrıldığında ki "genç golcü" gitmiş Avrupa'nın olgun golcülerinden biri olmuştu.

Cezayı kesen Tanrı'ya aklınca ceza kesiyordu İngiliz ekibi ve kontratı bitmeden onu geri gönderiyordu. Almanya artık onun için de acı vatandı. Almanya'yı acı vatan olarak belleyen Anadolu insanı gibi o da başarısız olduktan sonra Anadolu insanın yaptığını yapıp Anadolu topraklarına geri dönüyordu. Anadolu'da Karadeniz'in Kırmızı Beyazlı ekibi onu flaş transfer olarak ülkemize kazandırıyordu.

O dönem magazin basının önde gelen isimlerinden Hürriyet suç üstü yapmış gibi Gekas'a tuhaf sorular soruyordu: Yunan'sın, Samsun'a geldin. Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı'nı burada başlattı ve askerlerinizi denize döktü ne düşünüyorsun? Kulübünün armasında da Mustafa Kemal'in resmi var...

Gekas bunların önemli olmadığını anlatıp duruyordu ve iki halkın barışı ile ilgili şeyler söylüyordu.Çok sıkıştırılınca bu tarz tacizvari sorularla "tarihle pek aram yok" deyip çekiliyordu! Cevap olarak geriye bol jenerik görüntüsü ve Gekas'tan "bol bol Türkiye övgüsü" kaldı haberlerde de. Başlıkta hazırdı: Atatürk'ü göğsünde taşıyan Yunan!

Samsun şehri ise hiç bunu önemsemedi, iki halkın kavgasız gürültüsüz buluşabildiği bir güzel alan olarak futbolu ortak dil olarak benimsedi ve her Gekas golü sirtaki ile kutlandı Karadeniz'de. Kim unutabilir Fenerbahçe'ye karşı attığı 3 golü, art arda çalan sirtakiyi? Ligin ikinci devresinde gelip Samsunspor'a ümit olmuş ve 11 maçta attığı 8 golle takımı ligde tutabilecek kahraman olmaya çok yaklaşmıştı. Buralarda  ona belki Yunan Tanrısı demeyeceklerdi ama tarih sayfalarında yeri de hazır olacaktı. O beklenmedik sakatlık her şeyi alt üst etti aslında. Gekas da Samsunspor da sezonu kapattı. Samsunspor Bance, Ekigho ve Uğur Boral'ın hucüm gücüne kalmış bir şekilde son maçlarda mutlak gol pozisyonlarını harcayıp "bitirici" Gekas'ın olmayışına isyan etmişti adeta.

Ayrılık vakti geliyordu bir kez daha onun için. Durak İspanya'ydı. Levante ile sözleşme imzalamış ama sadece 4 maça çıkmıştı. Futbolunun son demlerinde yeniden Türkiye'de oynamak istediğini söyledi. Herkes Elazığ isimlerini zikrederken onunla ilgili sürpriz bir şekilde Cangele ile son anda imzadan dönen Akhisar'a imzayı attı. Doğduğu topraklara çok daha yakın bir yerde gollerine devam edecek. Muhtemeldir ki geçen yıl Samsun'da çaktığı kıvılcımı bu kes Akhisar'da yapacak. Kıvılcımın alev almaması için de hiç bir engel yok. İyiye doğru giden doğru işlerin yapıldığı bir takımda "bitirici" olarak hesap kesecek.

Şimdi bu transferle ilgili tek korkum, acar bir muhabirin gidip "Yunan'sın ataların şu bilmem kaç kilometre ötedeki denizden suya döküldü ne hissediyorsun" diye sorması. Olmaz mı? Olmaması için hiç bir neden yok burası Türkiye, haberlerin magazin gazetecisinin frikik arayışı kurnazlığında hazırlandığı bir ülke...

Hep çok parlak ile çok sönük arasında gidip gelen bir kariyer gibi gözükse de aslında olduğu yerde,kulüpte hep parıldayan bir kariyer o...

Tekrar hoş geldin Theofanis ...


24 Ocak 2013 Perşembe

Düğünde Kalabalk, Taziyede Yalnız...

2002-2003 sezonunda lig şampiyonu Beşiktaş olurken namağlup unvanını tek maçla kaybediyordu. O dönem için ligin üstünde olduğu düşünülen Beşiktaş kadrosunu o sezon mağlup edebilen tek takım Diyarbakırspordu. Çok değil bir elin parmağını geçmeyecek kadar evvel yıl önce de bu ligdeydiler ama şu anda nerede olduğunu gözü kapalı söyleyebilecek kaç kişi çıkar?

Diyarbakırspor şu an alt liglerde geçmiş günlerini ararken bir çok sırrı da kendiyle beraber şimdi  o pek de görünmeyen alt liglere getirdiğini söylersek abartı olmaz sanırım. Diyarbakırspor bir dönem “devletin takımı” unvanını almış ve devamlı federasyon ve devlet tarafından kollandığı iddia edilmişti. 

Gazeteci Faruk Arhan’ın bu tarz iddiaları ve “bilinen” Diyarbakırspor haricinde “bilinmeyen” Diyarbakırspor’u anlattığı “Diyarbakırspor; Düğünde Kalabalık, Taziyede Yalnız” kitabı İletişim Yayınlarından çıktı.  Kitap Diyarbakır ve Futbol başlığı altında başlıyor. Öncelikle Diyarbakır’ın genel havasının aktarıldığı bölümde aslında Türkiye portresi de çıkartılıyor bir bakıma. 68 kuşağının yarattığı sürecin de anlatıldığı kitapta Diyarbakırspor özelinde futbolun gelişimi anlatılıyor. Kent profilinin anlatıldığı sayfalarda gezinirken eski bir Yeşilçam filmindeymişçesine kendinizi kaptırdığınız an elinizdekinin bir futbol kitabı olduğuna ihtimal dahi veremiyorsunuz Faruk Arhan’ın dilinin etkisine kendinizi kaptırdığınızda.

Tarihi tanıklıklar üzerinden anlatılara yer verilen kitapta birbirinden sürpriz sonuçları ve bilgileri görmek de mümkün. Örneğin Lefter’in Mardin Kapı’da askerlik yaparken askeriyenin takımlarından Kalegücü’nde futbolculuk yaptığını ve Diyarbakır takımlarından Ayspor’la yapılan bir maçta yarı devre Kalegücü yarı devre de Ayspor forması giyerek iki yarıda da 3’er gol atıp maçın 3-3 tamamlandığını çoğumuz eminim bu kitap aracılığıyla öğrenmiş olacak.

Şimdinin “PKK Dışarı” sloganının o dönemlerde “Kürtler dışarı” olarak dillendirildiğini söyleyen futbolcuların tanıklıklarında o dönemki ayrımcı tutumları sahne sahne görüyoruz. Kimi maçlarda hakemin yakınına çarpan aracın şoförü Diyarbakırlı olduğu için sahada hakkı yenir kimi zaman hakem asker kökenlidir Diyarbakırlıları sevmez ve buna benzer birbirinden tuhaf sebeplerle sahada rakipten başka etkenlerle de mücadele etmek zorunda kalır Diyarbakırspor.

Ama sonraları özellikle de Öcalan’ın Türkiye’ye teslim sürecinden sonra Öcalan’ın emriyle ülke dışına çekilen PKK güçlerinin de etkisiyle Diyarbakır başta olmak üzere Güneydoğuda farklı bir hava esmeye başlar. Göstermelik verilen haklarla da devlet nezdinde iş “hallolmuştur”.  O dönem Diyarbakırspor için bir isim daha sahne almaya başlar tarih sahnesinde:Gaffar Okkan… Gaffar Okkan ismini kitapta sık sık duyuyoruz ve en karanlık dönemlerde böylelikle başlıyor aslında. Gaffar Okkan’ın iki hedefi vardır kendi söylemiyle: HADEP’i %10’un altında tutmak ve Diyarbakırspor’u Süper Lige çıkarmak… Gaffar Okkan hayatının son dönemlerinde bunun için çalışmış ve o suikastten sonra da devlet politikası olarak bu hayal devam edegelmiştir.

Diyarbakırspor’un Süper Lige çıkış sürecinde yaşanan tüm karanlık yönlerin anlatıldığı kitapta Süper Lige çıktıktan sonraki başarılı dönemden sonra tekrar düşüşü ve son çıktığı dönemde yaşanan tüm ırkçı provakasyonlara değiniliyor . Önce Bursa’da başlayan ırkçı dalga tüm ülkeye yayılıp Diyarbakırspor deplasmanlarda “PKK dışarı” diyerek karşılanır ve milliyetçi marşlarla uğurlanır. Bu “misafirperverliklere” Diyarbakırsporlu taraftarlar da aynı şekilde karşılık vermeye çalışınca işler daha da kötüye gider. Son olarak Olimpiyat Stadındaki İBB maçı da artık sonun tescili olur ve düşüş durdurulamaz. O dönemin başkanı da ısrarla kendilerinin Türk takımı olduğunu vurgulaması da halkı da takıma karşı biraz daha soğutmaya başlar.
2009 yılından 2012 yılına kadar geçen 3 sezonda devamlı küme düşen Diyarbakırspor şu an ki son halini almış durumda  ve bu sezonda maddi imkansızlıklardan dolayı deplasmanlara gidemiyorlar. Faruk Arhan’ın deyimiyle bir Bilbao ya da Barcelona olsun diye gözlerinin içine bakılan Diyarbakırspor hikayesi hazin bir şekilde devam ediyor. İstiklal Marşına ile Herne Peş’in karşılıklı söylendiği tribünler şimdi sessiz ve sahipsiz yönetim de farklı değil; yani tam manasıyla: Düğünde Kalabalık, Taziyede Yalnız… 

23 Ocak 2013 Çarşamba

"Biz İbneyiz, Böyle Olması da Güzel"


Eşcinsel bir hakemin futbol dışına itildiği bir ülkede görmenin imkansız olduğu bir pankart Almanya'da Aachen Ultras taraftar grubu tarafından açıldı.En önde lila renkli pankartta tribün gruplarının ortaklaşa başlattığı homofobi karşıtı pankart var. Arka tarafta da taraftarlarda "biz ibneyiz,böyle olması da güzel" yazıyor.

Türkiye'de "erkek oyunu" olan , kötü oynayanın "karı gibi" oynamakla suçlandığı, bir futbolcunun bir hakeme gay deme ihtimali sonucunda "gay" kelimesinin başlı başına bir hakaret kabul edildiği futbol iklimimizde o yüce "ahlakımıza" ters gelecek şeyler tabi bunlar. 

Sahi daha dün "I think Galatasaray is a TOP club" yazdığı için Tribün Dergi'ye "Bu tweet'te herhangi bir kelime veya harf oyunlu espri amacı gütmediğimize sizi temin ederiz." diye özür dilemek zorunda bırakan ya da bunun üzerinden liseli ergen esprisi yapan bir futbol kitlesinden bahsediyoruz. 

Neyse bizde bizim topraklarda dile getirilen şekliyle bitirelim meseleyi: Homofobiye kırmızı kart!

(Fotoğraf: Kaos GL)


20 Ocak 2013 Pazar

Vleminckx: Ben Geldim...

Lige verilen ara sonunda nihayetine kavuşurken ligde bizi özlemiş olacak ki harika başlangıçlara sahne oldu. Kasımpaşa'nın Galatasaray'ı devirmesi, İBB'nin Beşiktaş'a el yardımıyla da olsa çelme takması derken bugün de Antalya'da Gençlerbilirği ve Antalya gol yağmuru denebilecek bir maça şahit yazdılar bizi.

Öyle bir maç ki henüz 3. dakikada Vleminckx'in "ben geldim" selamı ile başladı. Tam maç hızlı başladı diye birbirini dürtmeye başlamıştı ki izleyenler takip edenler Vleminckx bir kez daha sahne aldı ve 4 dakikada attığı iki golle nasıl bir forvet olduğuna dair ip uçları verdi.

Maç rahat geçecek hisleri içinde ilerlerken Murat'ın harika frikiği ile 8 dakikada 3 gol izlemiş futbol aşıkları olarak tam anlamıyla mest olmuştuk. Ama Vleminckx'in durmaya niyeti yoktu, golü kendisi atmadı ama atılmasındaki en büyük aktör oydu. Musa topu kendi kalesine yollarken baş ucunda Belçikalı forvet duruyordu ve Musa golün kahrını yaşadığı sırada Vleminckx çoktan arkadaşlarıyla golü kutlamaya başlamıştı bile. Bu golü de ben açıkçası direk ona yazıyorum.

4. gol ise tam anlamıyla usta işiydi. İlk 3 golde Vleminckx'in fırsatçılığını izlemiştik, kalitesi ile ilgili bilgi sahibi olamadığımız gollerdi. Ama 4. golde topu göğsüne alışı ve sert vuruşu tam bir forvet olduğunun kanıtıydı adeta. Diarra ve İsaac ile durumu 4-3'e getiren Antalya ümitlense de ümit kırıcı görevini tek başına üstlenen Vleminckx durumu 5-3'e getiriyordu.5.goldeki yükselişi tam bir pivot forvet emaresi gösterirken diğer gollerdeki teknikliği de artı değerlerdi onun adına.

Twitter'da da dünya TT'sine oturan Vleminckx adından çok söz ettireceği benziyor. Tabi abartılı düşlere de girmemek gerek. Dünyanın "sayılı" forvetlerinden değil sonuçta. Ama Türkiye'nin "sayılı" forvetlerinden olması için hiç bir engel yok gibi gözüküyor. Tabi ki her savunmanın da Antalya savunması gibi olmayacağı bir gerçek. Beşiktaş ile de 5-3'lük bir skora imza atan Akdeniz ekibi her şeye rağmen futbolu çirkinleştirmeden oynadığı için alkışı hak ediyor.

Maç sonu röportajlarında Fuat Ç. haliyle oynanan oyundan pek de memnun değildi. 5 gol atmak bir artı olsa da 3 gol yemek büyük bir problemdi. Vleminckx ile ilgili soruya da hoca: "Tanıdığımız bildiğimiz bir oyuncuydu.Katkı sağlaması için aldık zaten devamı da gelecektir".  Akışkan hücum futbolunun meyvelerini toplayan Vleminckx ise son derece mütevazı şekilde öznesi olduğu 5 golün suçunu takım oyununa atarak takım arkadaşlarını ve takım oyununu övdü.

Gençlerbirliği'nden yenilen 3 gole rağmen gelen bu güzel başlangıç tabi ki sevindirici. Şimdi haftaya Cumartesi'yi bekliyor tüm Kırmızı Karalılar hasreti Ankara'da gidermek için...


Fotoğraflar @kirmizikara 'dan...

18 Ocak 2013 Cuma

Buradayız Ahparig...


Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. 
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. 
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce


6 yıl oldu...Adaletten ümidi kesmemize yetip de artacak 6 yıl...İki tane meczupun işlediği adi bir cinayet olduğunu inanmamız için direttiler biz inanmadıkça onlar hukuksuzluklarına hukuksuzluk eklediler. Suçlu kim varsa terfi etti, ödüllendirildi. Biz adaletten ümidimizi kestik zaten uyduruk yargılamalarla uyduruk cezalarla oldu bitti zaten adalet kısmı...

Unutmadık...

Biz hala oradayız, hala o kaldırımın üzerinde...

Hesabını soramadığımız nicesi gibi onun da hesabını sormak için mücadelemize devam ediyoruz...

Türkçe'den anlamayan bir kaç kişinin açtığı davaya Türkçe'den anlamayan bir kaç kişi bakınca onu 301'den mahkum ettiler. Onun sözleri netti halbuki; Türklüğü aşağılamam, Ermeniliği de aşağılatmam, eğer böyle bir şey yaparsam nasıl Türk dostlarımın yüzüne bakarım...

Anlamadılar...Onu bir güvercin tedirginliğinde yaşadığı bu topraklarda kalleşçe arkasından vurdular...

Biz buradayız ahparig...Biz buradayız, ya sev ya terk et diyenlere inat buradayız, onlar gibi sevmediğimizin üstüne basa basa buradayız! Önceliğimizin insan olduğunun üzerine basa basa...

En güzelini o söylemişti zaten bu topraklarda gözü var diyenlere:

Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin. Bu toprakları alıp gitmek için değil. Bu toprakların gelip dibine gömülmek için.



17 Ocak 2013 Perşembe

Mervan Çelik Gençlerbirliği'ne Doğru...

Göçlerin temel kilometre taşı olduğu Konyalı bir Kürt ailenin çocuğu olarak Hisingen'de doğdu Mervan. Ailesinin Konya'dan sonra İsveç'e göçmesi onun için belki de farklı bir hikayenin başlangıcı olacaktı. Kim bilir belki de burada olsa ülkenin ayrımcı havasına kapılıp ya bir yolunu bulup hapse girecekti ya da herhangi bit serseri GBT ile "merhabadan çok çıkar ulan kimliğini" denilerek hayata küstürülecekti.

Ama hikaye bambaşka gelişiyor. İsveç Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu Avrupa ülkelerinin başında geliyor. Ya da muhalefetin sürgün yeri de olabiliyor çoğu zaman. Mehmed Uzun'un da 1977 yılından ölümüne kadar havasını soluduğu İsveç aslında bize çok da yabancı değil bu ve benzeri sebeplerden dolayı. 

Assyriska ülke futbolunun gedikli takımlarından ve takım kimlik olarak Süryaniliği benimsemiş. Süryani kimlikli bir çok oyuncu oynuyor, bu oyuncuların içinde Mardin Midyat'tan seneler evvel göçen ailelerin de çocukları olduğu bilinen bir gerçek. Syrianska da birebir göçmen takımı kimliğinde ve Süryani takımı olarak mücadele ediyor onlarda. İkisi de bir nevi Süryani milli takımı havasında mücadelelerine devam ediyor. Bilbao gibi bir katılıkları yok ama Avrupa'nın çeşitli bölgelerine dağılmış Süryaniler için tercih sebebi oluyor bu kimlik.

Hali hazırda İsveç u-19'da da Kürt futbolcu bulmak Almanya alt yapısında Türk bulmak kadar sıradan bir mesele gibi gözüküyor zaten bu aralar. Mervan Çelik de zaten bunun en önemli örneklerinden.

Neyse biz hikayemize dönelim, Mervan GAİS ile başlayan kariyerinde dikkat çekmesi zor olmuyor. Orta sahada oynayan Mervan Glasgow Rangers'tan teklif aldığında aslında kariyeri için çok büyük bir adım attığını düşünürken kriz patlıyor ve Rangers bir kaç alt lige düşürülürken Mervan da gerisin geri GAİS'e dönüyor. Tabi bu sırada sırasıyla Galatasaray, Bursaspor, Trabzonspor, Kasımpaşa ve Gençlerbirliği'ne basınımız tarafından defalarca imza attırılıyor.

Bir sezon sonra Mervan'ın yolu İtalya'ya düşüyor ve Pescara ile sözleşme imzalıyor. Bugüne kadar 7 maça çıkabilen Mervan 2 de gol attı. Ama hala ilk tercih olmaması takımda onu da futbol oynayabileceği GAİS'teki gibi değişilmez olabileceği kulüp arayışına itmişe benziyor.

Son gelen haber ise sevindirici cinsten, Mervan Ankara'ya geliyor yani Gençlerbirliği'ne imza atmaya hazırlanıyor. Süryani Jimmy Durmaz gibi o da İsveç'ten aslında kendi vatanına dönüş yapmış olacak bir bakıma. Tomic,Vleminck, Doğa ve Kerim'den sonra Mervan'da epey bir güç katacaktır takıma.

Orta sahanın soluna güç katacak hem de 23 yaşında bir futbolcudan bahsediyoruz. Beklentiyi yüksek tutmamak adına ikinci yarıyı ısınma turu olarak sayarsak önümüzdeki sezondan itibaren gerçek oyunuyla izlememiz gayet mümkün. Bir kaç kez kısa özetlerden izlemiş biri olarak özellikle bileklerine hakimiyeti son derece iyi.

Ama tüm bu varsayımlar tamamen varsayım bir transfer haberi üzerine, gerçekleşmezse yine biz Mervan'ın kenardan gireceği Pescara maçlarına talim ederiz. Ama Ankara'da 19 Mayıs'ta izlemek ayrı keyif olur o da ayrı bir güzellik tabi...

8 Ocak 2013 Salı

Türkiye'de Irkçılık Yok(!)


Boateng mevzusuyla yeniden gündemimize “geçici” olarak gelen futbolda ırkçılık meselesi tüm kamuoyunun haklı olarak meşgul ediyor. Bizler de en “duyarlı” yanlarımızla olay olduğu andan itibaren ırkçılığı lanetleyip durarak bir nevi deşarj oluyoruz. Ama açıkça söylemek gerekirse bizde bu söylem hem yüzeysel hem de samimiyetsiz duruyor.
Bizde bir nevi “futbolda ırkçılığa hayır hayatta evet” durumu var. Bizdeki genel geçer durum “bizde ırkçılık yok ki” diye başlar “zenci” futbolcular biz de hiçbir sıkıntı duymadan oynayabiliyor” diye bitirilir.  Zenci kelimesinin kelime anlamıyla aşağılama ya da ayrımcılık ifade ettiğini bilmeden onları överken bile kullanmak belki de bilmeden sıradan günlük faşizmin dile tezahürü ama ırkçılığı ten rengi ile kısıtlamak ya da ten renginden ibaret görmek düpedüz hatadır.
Siyahların ten renklerinden dolayı dünyanın her yerinde maruz kaldığı şeyleri sıralamanın anlamı yok. Medya en ufak bir ırkçılık olayını magazinsel olarak veriyor ırkçılığı yapan biz değilsek zaten! Ama ırkçılık renkten ziyade toplumsal siyasi mesajlarla meydana geldiğinde birden içimizdeki lümpen ırkçıyı durduramıyoruz ve koroya katılıyoruz.
Hollanda ile yapılan maçta “saygı” değer taraftarlarımız takımlarını desteklemek için oraya gelen taraftarlar biraz sessizleşince hemen ortamı hareketlendirecek sloganı buldular: Ayağa kalkmayan Ermeni olsun! Peki niye Ermeni olmak suç mu küfür mü? Bir ceza ve aşağılama unsuru olarak ayağa kalkmamanın cezasını Ermeni olarak belirliyor ırkçı güruhumuz! O zaman kaçımız futbolda ırkçılığa hayır dedik. Irkçılık olarak bir olayı addetmek için ırkçılığın uygulandığı topluluğun rengini önemsediğimiz için o ırkçılık değildi gözümüzde çünkü! Peki hiç düşündünüz mü bir Ermeni’nin o gün ne hissettiğini ya da hissedebileceğini? Boateng’den daha mı az üzülürdü ya da hakaret olarak görürdü? Boateng’e gösterilen empatinin çeyreğini Ermenilere reva görmemek de ayrı bir kapsamda değerlendirilmesi gereken ırkçılık meselesi zaten.
Hrant Dink öldürüldüğünde beyaz berelerle statlara gidenler, “hepimiz Ogün’üz hepimiz Türk’üz” diyenler ya da pankartını açanlar gerçekten Boateng’e yapılan ırkçılığa üzülüyor musunuz?
Saffet Susiç için; “benim ülkemde hele ki bir Sırp bana böyle laf edemez” diyene ırkçı denmiyor buralarda onlar İmparator yapılıp baş tacı ediliyor bunu da gördük biliyoruz. Irkçılık yapmayız biz de ırkçılık yok çünkü! Ya da ne bileyim olsa olsa maç stresidir o!
Yine 2009 yılında Sivassporlu Balili’ye “Kahrolsun İsrail O.Ç Balili” demek de ırkçılık değildi bu topraklarda… Ülkesinin başlattığı savaşta yaşattığı acılarda sorumlu tutulabilecek en son kişilerden birine yani sıradan vatandaşına tepki gösteren tribünlere ırkçılıkla ilgili yeterli tepkiyi gösterebildik mi yoksa Müslüman düşmanı bir ordunun ait olduğu ülke vatandaşına bağırıp çağırıp egolarımızı mı tatmin ettik.
Samet Aybaba, El Saka ile yaşadığı bir tartışma sonucunda El Saka’nın tercih edilmesini “beni bir Arap’a tercih ettiler”  demesine ne yaptık peki “bizim çocuk” etiketi sayesinde Aybaba’ya sahip mi çıktık El Saka’ya yapılanları, söylenenleri mi kınadık?
Diyarbakırspor her gittiği yerde “PKK dışarı” diye karşılanıp 10.yıl, Mehter, İstiklal Marşları ile düşman uğurlar gibi uğurlanması peki? O da mı ırkçılık değil? Vakayı adiye mi Kürtlerin sistematik olarak karşılaştıkları durumlar.?  “Ama onlar…” klişesine sığınarak Kürt kimlikli insanlara türlü sistematik ırkçılığı reva görmek, yurt dışına gitmeye zorlamak sonra da onların “mahur besteleriyle” kederlenerek futbolda ırkçılığa hayır demek samimiyetsizliği utandırsın biraz bizi!
Emre ile Zokora arasında yaşanan olaydan sonra Emre’nin “(ırkçı küfür)söyledim ama aramızda hallettik demesi Zokora’nın bunu dışarı taşıması hiç hoş değil” demesi… Irkçılık yapmak yani insanın doğuştan getirdiği özelliklerini aşağılamak iki kelime ile halledilebilecek bir mesele olarak görülüyor. Ve bazılarımız ırkçılığı yapana değil “delikanlı” gibi aralarında halletmeye yanaşmayan “ırkçılık var” diyeni “art niyetli” buluyoruz. Niye çünkü biz de ırkçılık olmaz. Bizim tarihimizde “zenci” oyuncularımız var bağrımıza bastığımız!
Sırbistan-İngiltere maçında maç boyu ırkçılığa maruz kalan futbolcunun maç sonunda isyanına sarı kart gösteren Hüseyin Göçek’i hakem yorumcularımız kamuoyumuz kaç dakika tartıştı? Kaç gün saat demiyorum kaç dakika? Orada ırkçılığa karşı kulakları duymayan gözleri görmeyen bir de üstüne üstlük mağduru cezalandırmaya kalkan hakem kaç dakika sorgulandı?
Kısaca özetlemek gerekirse sosyal medyada ya da yazılı basında Boateng meselesi çok konuşuldu ve sahiplenildi. Sahiplenilmeyi yerden göğe kadar hak ediyor ve arkadaşları ile yaptığı protesto da ayakta alkışlanası…Ama İtalya’nın küçük bir takımı diye küçümsediğimiz takımdan ziyade kapımızın önünü süpürme gerekliliği de gün gibi ortada…Sadece Mehmet Ali Yılmaz’ın Campbell için sarf ettiği “yamyam” ahmaklığını getirirseniz her seferinde ülkedeki tek ırkçılık diye size çok gülerler.
Futbolda ırkçılığa kim mi hayır diyebilir tüm samimiyetiyle? Dazlaklara karşı Almanya’da Türkleri savunan ve anti faşist cephenin en önde gelenlerinden St. Pauli taraftarları, Yunanistan’da Altın Şafakçıların Türk pazar esnafının mallarına zarar vermeye çalıştığı sırada onlara herkesten önce müdahale eden AEK’liler, İtalya’da tüm faşizme varlığı ile kurulduğu ilk günden beri karşı gelmiş Livornolular, “ayağa kalkmayan Türk olsun” diyen APOEL taraftarlarına “Kıbrıs’ta Barış” pankartı açan Omonialılar … Kısaca göstermelik olarak reklam sloganlarından devşirilen yaşasın renklerin kardeşliği klişesinden önce yaşasın halkların kardeşliği diyebilen herkes…