19 Ekim 2014 Pazar

Veciti Derbi’de 147. Randevu

Sırbistan’da hafta içi çok sıcak geçti. Arnavutluk maçı öncesinde geliyorum diyen kriz, gelip çattığında kimse şaşırmadı aslında. Türkiye Milli Takımı’nın başarısızlığı için “hafta sonu derbi var, her şey unutulur derbi konuşulur” vurdumduymazlığı Sırbistan için geçerli değil. Hafta sonu derbi var ve bunun anlamı, ortamın sıcaklığı düşmeden bir başka büyük gerilim Belgrad’ı bekliyor olacak.Partizan-Kızılyıldız Cumartesi günü 147. Veciti (Ebedi) Derbi’ye çıkacak.
1946 Paskalyası’nda başlayan mücadele her geçen yıl dozu artarak devam eden bir gerilim filmine dönüşüyor. Sahada oynanan futbol hiç bir zaman size güzel futbol vaat etmez ama her zaman kendisini izletecek tetikleyici bir unsuru içinde barındırır.
Ligin kalitesi artık tartışılamayacak seviyede düştü. Milli takım ligden beslenemiyor desek abartılı bir cümle olmaz. Son iki maçlarındaki kadroya baktığımızda Ermenistan maçında, Jelen Superliga’dan hiçbir oyuncu ilk on bire giremedi. Arnavutluk maçında ise sadece bir oyuncu forma giyebildi. Ligden takıma katılan oyuncu sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Gençlerbirliği’nde sezon başından bu yana fırsat bulamayarak 131 dakika sahada kalan Radoslav Petrovic, kadroya sürekli davet alabiliyor. Önceki maçlarından ve performansından dolayı cepten yemek gibi gözükse de ligde o bölgeye alabilecekleri güvenecekleri, alternatif olur diyebilecekleri bir isim olmaması en büyük etken. Dick Advocaat ile yeni umutlarla yeni bir “yapılanma” yoluna girmesi beklenen Sırbistan Milli Takımı’nın ve futbolunun işi kolay değil gibi gözüküyor.
Kağıt üzerinde üst seviye diyeceğimiz oyuncuların, bir türlü kusursuz bir yapboz görüntüsü çizememelerine halen bir çözüm bulunamadı. Danimarka, Portekiz, Arnavutluk ve Ermenistan’ın yer aldığı gruptan çıkamamaları durumunda “yapılanma” sürecinin başa saracağı da bir sır değil. Ülke futbolunun genel halinden pazar günü oynanacak derbiye dönecek olursak iki takımın bu sezonunu değerlendirmeyle başlayalım. İki takım da ligde mağlubiyetsiz devam ediyor ama dolu dizgin sıfatını verebileceğimiz takım 7 maçta 7 galibiyet alan Partizan. Kızılyıldız ise 8 maçta 6 galibiyet iki beraberlik aldı.
Kadrolara baktığımızda daha formda olan taraf da yine Partizan gözüküyor. Öne çıkan isimlerin en başında gelen kişi ise şüphesiz Karadağlı forvet Petar Skuletic! Onunla ilgili sadece rakamlar bile çok şey anlatıyor; 13 maç 12 gol 6 asist! 93 dakikada bir gole imza atan forvet Partizan’ın zaman zaman kısırlaşan futboluna kendi gücüyle yarattığı pozisyonlarla deva oluyor. Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Liginde attığı gollerle de takımını taşıyan Skuletic’in tek dezavantajı bu maçlarda ona destek olacak başka bir isim bulamaması. Skuletic ile ilgili son zamanlarda çıkan en önemli haber ise Niksic doğumlu futbolcunun geçtiğimiz hafta “Sırbistan Milli Takımı’nda oynamak istiyorum” açıklamasıydı.

Partizan’a hücumda en çok katkı veren isimler takımın tecrübelileri Lazovic ve İlic oluyor. Ilic artık yaşı itibariyle belli kondisyon sıkıntılarıyla uğraşsa da tekniğinden kaybettiği pek bir şey yok. Ayrıca sahada pas sayısı, gol sayısı gibi rakamlarına takılmadan bu isimlerin liderliklerini teslim etmek gerek. Takımın zor günler geçirdiği bir dönemde, maaşlarını alamayan futbolculara kendi ceplerinden ödeme yaparak krizi bertaraf etmeye çalışan kaptanlardan bahsediyoruz.
Partizan’ın çok şey beklediği ve 18-19 yaşlarındaki Zivkovic ile Ninkovic ise giderek artan performanslarıyla Avrupa pazarında rekabete yol açmaya başladılar. Savunmada ise İtalya’da yaz boyu transfer söylentilerinden düşmeyen Stankovic‘in verdiği güvenle oynayacaklar. Orta sahanın ortasında bu ara fazlaca sıkıntı yaşıyorlar. Drincic gibi sorumluluk almaktan kaçınmayan duran topları kullanabilen bir isim ile geçtiğimiz ay U21 Milli Takımında sakatlanan Brasanac‘ın yokluğu onları etkileyecek.
Kızılyıldız cephesinde ise rakamsal olarak ön plana çıkan ilk isim Djordje Rakic. Rakic, OFK Belgrad’dan çıkarak uzun bir dönem Almanya ve İtalya’da çeşitli takımlarda oynadı ve son olarak Katar macerasından sonra ülkeye dönüş yaptı. Oynadığı 8 maçta 4 gol ve 2 asist yaptı. Hücumda bir Petar Skuletic etkisi yapmasa da Kızılyıldız ona çok güveniyor. Gole ne olursa olsun ene yakın isim o.
Hücumda Kızılyıldız’ın güvenmek istediği ve yavaş yavaş forma vermeye başladığı bir diğer isimLuka Jovic. 16 yaşındaki genç forvet, hafta içinde Guardian’ın 1997 doğumlu futbolcular arasından belirlediği 40 yetenekli futbolcu arasında gösterildi. Oyunun ikinci yarısında son 15-20 dakika aralığında oyunda giren Jovic, böyle bir maçta sorumluluk alabilecek bir durumda olmasa da golcü kişiliğiyle Kızılyıldız için çok şey vaat ediyor.

Sezon başında Kızılyıldız’ın hücumdaki en büyük kaybı hiç şüphesiz Nenad Milijas oldu. Sezonun ilk 3 haftasında Kızılyıldız forması giyen tecrübeli isim kaptan olarak çıktığı 3 maçta 3 gol iki asist yaparak oyuna etkisini gösterdi. Ama bu güzel tablo Kızılyıldız için çok da sevindirici değildi. Çünkü ligin ilk haftası oynanan maçın ardından Milijas, Manisaspor’la anlaştığını açıkladı ve son iki maçta gösterdiği performans mutluluk yanında “Keşke gitmese/ydi” iç sesleriyle ızdırap oldu Kızılyıldız tribünlerine! Ayrılıktaki en temel etkense finansal krizdeki kulübün mali yapısı. Uzun süredir alacaklarını alamayan futbolcular Partizan’daki gibi greve gitmeseler de her zaman bunu bir seçenek olarak söylemde tutuyorlar. Uzun zamandır ödenmeyen paralar var, örnek vermek gerekirse Gençlerbirliği forması giyen Dusko Tosic‘in bile oynadığı dönemden alacağı bulunuyor. Genel Sekreter Zvezdan Terzic, bunun bir plan dahilinde ödeneceğini daha yeni duyurdu. Zaten Şampiyonlar Ligine katılma hakkı kazanan takım bu ve benzer nedenlerle turnuvalardan men edilmiş yerine Partizan katılmıştı. Milijas şu an Manisaspor formasıyla da ligde çıktığı 5 maçta 2 gol ve 2 asist yaptı.
Kızılyıldız hücumda bu tecrübede ve skora direkt etki eden bir isimden yoksun kalması büyük bir handikap. Teknik Direktör Nenad Lalatovic, Milijas’ın görevlerini Darko Lazovic‘e verse de o etkinlik henüz sağlanabilmiş değil. Ama oradaki performansı Lazovic’e milli formayı yeniden kazandırdı. Kanatlardan Sırbistan kadar etkili olamadıkları bir gerçek. 8 maçta forma giyen Nejc Pecnik‘in sadece bir asisti olması rakamsal olarak da durumu ortaya seriyor. Hücuma top taşıma işini yüksek ihtimal Lazovic’e bırakacaklar bu maçta da.
Kızılyıldız her ne kadar ligin 9.haftasını oynayacak olsa da geç gelen transferler, beklenmedik ayrılıklarla henüz bir yapı oturtabilmiş değil. Bunun sıkıntılarını yaşıyorlar ve bu maça da bu handikaplarla çıkacaklar.
Veciti Derbi hakkında bir şeyler söyleyip tribünleri es geçmek olmaz. Çoğu zaman sahada oynanan futbolun önüne geçme konusunda hiç bir sıkıntı yaşamayan tribünler bu maçta da ön planda olacak. Son zamanlarda Sırbistan’da “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde…”diyerek bazı konularda ortak tepkiler verdiklerini söylemek mümkün. Bunun taze örneklerinden biri Gay Pride yürüyüşüydü. Homofobiyi besleyen ve bunu yaygınlaştıran en etkili gruplardan biri de Sırbistan’da tribünler. Aşırı sağcı Dveri hareketi “homoseksüelizm ideolojisi” karşıtı olduklarını ve bunun için savaşacaklarını söylemesinin ardından tribünler de taraftarları sokağa çağırmıştı. Bunların başını çeken iki büyük tribün şüphesiz ki Partizan ve Kızılyıldız’ın! Hem Grobari hem Delije, Sırp aile yapısı vurgusu ile yaptıkları çağrı metinlerinde yürüyüşü iptal ettirmek istediklerini belirtiyorlardı. Burada bir araya gelinip, polisle omuz omuza çarpışılmasa da ortak bir kararla sokağa indiler. Yine son Arnavutluk maçı Partizan’ın stadında oynanmış olsa da, şehir müdafaası adına Kızılyıldız cephesi de sözlerini söylemiş ve UÇK’lılarla ilgili “derin duygularını” dile getirmişlerdi.

Kızılyıldız tribün grubu Delije’nin tribünlerdeki son vakıası ise Novi Pazar maçında olmuştu. Novi Pazar maçında rakip tribünü kızdırmak için önce Türkiye bayrağı yaktılar ardından da Fenerbahçe ve Türkiye aleyhinde küfürlü tezahüratlarla maçı tamamladılar. Bunun benzerlerini Partizan-Beşiktaş maçında görür müyüz, kesin bir şey söylemek güç. Ama Tottenham maçında Yahudilere hakaret içerikli pankart açan bir tribün için; Beşiktaş ve Türkiye aleyhinde açılacak bir pankart, söylenecek bir söz çok da şaşırtıcı olmayacaktır.
Maça günler kala Sırbistan’da internet sitelerinin “Derbiyi unuttunuz mu?” diye sormasından da anlaşılıyor ki milli maç bir çok şeyin önüne geçti. Ama maç saati ve günü yaklaştıkça Belgrad yeniden ısınacak ve keyifli futbol izlemek şimdilik hayalcilik olsa da; tribünler ve gerilim hep bu derbiyi önemli kılacak.


22 Eylül 2014 Pazartesi

Partizan Tribünlerinde Irkçılık

Hafta içi oynanan Avrupa Ligi maçlarından sonrasıyla en çok konuşulan maç şüphesiz Partizan-Tottenham oldu. Hikayeyi biraz geriye sarmak gerek buradaki meseleyi daha iyi anlayabilmek için.
Anti semitizmin bölge coğrafya ayırt etmediği bir gerçek. Yine böyle bir zamanda Chelsea taraftarları, Stamford Hill mahallesindeki Tottenham’ın stadı White Hart Line civarının Yahudi nüfus sayısını rakibi üzerinde bir üstünlük nişanesi olarak kullanmak istedi. Tottenham, pis Yahudilerin tuttuğu bir takımdı. Bunun için tezahüratlar bile yapıldı Chelsea taraftarları tarafından; “Yine gazlayacak bunları Hitler/ Onları durduramayacağız Tottenhamlı Yidler…


Yid, Yahudi anlamında kullanılıyor. Tottenham taraftarları bu tezahüratlardan rahatsızlık duyuyorlardı. Nasıl duymasınlar, onlar da kendilerini sağcı olarak lanse ediyorlardı eşe dosta! Ama sonra baktılar olmayacak bunu bir sembole dönüştürmeye karar verdiler. “Evet biz Yid’iz” demek ilk başlarda zor olsa da kulübün genlerine işleyecek bir mirasın başlangıcını yaptılar. Maçlara sonraları İsrail bayrakalrı getirmeye başlandı. Ardından kazanılan maçlarda Yiddo Yiddo tezahüratları yükseldi.


Bir kulüp nesilden nesile Yahudi olarak anılmaya başlandı ve bunun hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Bu şöhret Yahudileri de Tottenham etrafında topladı ve artık onlar hakikaten Yid diyebiliriz.
Tottenham bunun ünüyle belli bir sempati kazansa da çoğu yerde de ırkçı saldırılara halen maruz kalıyor. Birkaç sene önce Lazio taraftarlarının yaptığını bu kez Partizan taraftarı yaptı.
Tribünde İskoçya’daki referanduma selam çakarcasına İskoç-Filistin bayraklarının dalgalandığını gördük maçın ilk dakikalarında. Ama maçtan sonra İngiliz medyasında “kabul edilemez” başlığıyla sunulan haberde açıkça Yahudi karşıtı bir pankartın da olduğu görüldü.


Tottenham teknik direktörü Pochettino’nun da “kabul edilemez” şeklinde yorumladığı pankart için Tottenham UEFA’ya başvurdu. O sırada Partizan’dan da jet bir özür geldi.Haber Bosnak sitesinde yer alan habere göre Partizan’ın özür metni şu şekilde:
“Pankartın içeriği Sırbistan vatandaşları ve Partizan taraftarlarının ezici çoğunluğunun fikirlerinin tersi yönündedir. II. Dünya Savaşı’nda Avrupa halklarının anti-semitizme karşı verdiği savaşın ardından anti-faşist ilkeler üzerine kurulmuş olan bir kulübü bu tür karanlık ve uygarlık karşıtı tepkilerle bağdaştırmak saçmadır. Sadece anti-semitik doğasından dolayı değil, aynı zamanda Sırbistan ve Partizan’a karşı da nefret içeren bu düşüncesizce hareketin sorumlularını kınıyoruz. Hakarate uğrayan herkesten özür diliyoruz. Tekrar vurguluyoruz, pankart kulübümüzün tarihine ve geleneklerine tamamen aykırıdır”


Partizan’ın özründe anti faşist vurgu ön plana çıkıyor. Çünkü geleneklerinde dedikleri gibi var bu maya. Ama gerçekten bugün böyle mi?


90’lı yıllara doğru yavaş yavaş değişmekte olan durum Bosna Savaşı sonrası ise tamamen ayyuka çıktı. Artık anti faşist ilkeler doğrultusunda kurulmuş takımın yerine tribününde Bosna Kasabı diye anılan Tomislav Karadzic’in posterini açan bir kulüp geldi. Bireysel bir şey deyip geçilecek bir mesele de değil bu. Takımın en büyük ve en eski taraftar grubu Grobari, onu anımsatan pankartlar asmaktan göndermeler yapmaktan vazgeçmiyor. Biraz sosyal medya araması yaptığınızda Karadzicli-Partizanlı Facebook gruplarına denk geliyorsunuz.


Bu ırkçı pankartla ilgili son durum ise Partizan yönetiminin her türlü erken girişimine rağmen 4 Ekim’de UEFA Disiplin Kurulunda görüşülecek. Bizim medyada bir bayram havası da inceden hissediliyor; “Beşiktaş maçı seyircisiz mi?” diye başlıklar atıldı bile. Bu ırkçılığın yapılıp yapılmaması değil zaten önemli olan, Beşiktaş’ın maçında stat dolu olacak mı?


Çok şey de beklememek gerek biliyorum. Bu spor medyası Türk takımlarının Avrupa’daki rakiplerindeki yıldız bir oyuncunun bacağı kırılsa “x’e sevindirici haber” diye servis ediyor. “Yahudilere ırkçılık yapılmış haberdeki asıl mesele bu” diye düşünmek akıllarına gelmiş midir, belki!

27 Temmuz 2014 Pazar

Filistin Futbolu da Direniyor

Açlık grevini yaparken neredeyse ölecek duruma gelmiştim, serbest bırakıldığımda ise yeniden doğmuş gibiydim…

Bu sözler Filistin Milli Takımı’nda forma giymiş ve Filistin futbolunun büyük umutlarla gelişimini izlediği Mahmoud Sarsak’a ait.

Mahmoud Sarsak, bazı kaynaklara göre bir futbol maçı için bazı kaynaklara göre ise transfer olmak üzere Batı Şeria’ya geçmek isterken İsrail güçleri tarafından 21 yaşında “yakalandı”. İsrail’in ona isnat ettiği suç İslami Cihad örgütüne üye olmasıydı.Mahmoud’un bu örgütle hiçbir bağlantısı yoktu ama anlatmasına fırsat verilmemişti zaten. Kendisinin de söylediği gibi o geçitten geçmesi konusunda bir sıkıntı olacağını düşünseydi buna kalkışmazdı bile.

Mahmoud hapse girdiğinde onunla aynı kaderi paylaşan, üniversite öğrencileri, doktorlar, kendisi gibi futbolcular ve sanatçıları gördü. “İsrail’in hedefi, Filistinlilerin yeteneklerini dünyaya göstermelerini engellemek ve başarılı olma ihtimallerini yok etmek” diyen futbolcu 3 yıllık mahkumiyetinin son aylarını açlık grevinde geçirdi. Bu üç yıl boyunca savunma dahi yaptırılmadı.

Mahmoud’un açlık grevi FİFA’nın bile dikkatini çekti. Yine aktif ve emekli futbolcular bir imza kampanyasına ön ayak oldular. Eric Cantona, Abou Diaby,Frederic Kanoute, Lillian Thuram gibi isimler Mahmoud’un serbest bırakılması için girişimlerde bulundular. Mahmoud yıllar sonra verdiği bir röportajda FİFA’nın yardım etmediğini, Sepp Blatter’in açıklaması dışında bir destek göremediğini ama ünlü futbolcuların desteklerinin uluslar arası kamuoyunda ses getirdiğini söylüyor.

3 aylık açlık grevi ve kamuoyunda oluşan baskı serbest kalmasını sağladı. Ama Mahmoud Sarsak 21 yaşında girdiği hapishaneden 24 yaşında yarı kiloda çıkıyordu. Sezon başı antrenmanını kaçıran futbolcunun tüm sezon boyu her olumsuz performansının buna bağlandığı profesyonel futbol yaşantısında 3 yılı kaçıran; psikolojik ve fiziksel olarak “erimiş” bir futbolcunun işi hiç de kolay olmayacaktı.

Yine de o deneyecek ama fırsat bulabilirse. İsrail’in saldırılarında ölen Filistinli sayısı Mahmoud’un hikayesini anlatmaya çalıştığım sırada çoktan bini geçmişti. İsrail, Filistinli futbolcu Mahmoud’un futbol kariyerinde telafisi olmayan yıllarını çalarken bugün de U17 Milli Takımının kalecisi Ahmed Abu Siad’ın ölüm haberini aldık. Henüz 16-17 yaşlarındaki Ahmed’in de hayalleri Mahmoud’dan farklı değildi ve İsrail onun hayallerini çalmaktan daha fazlasını yaptı.

Yine 31 Ocak’ta Faysal Hüseyin Stadında yaptıkları antrenmandan dönen Cevher Nasır Cevher ve Adem Abdül Rauf Halebiye, İsrail askerlerinin kurşunlarına hedef olmuştu. Cevher’in ayağına 10 kurşun, Adem’in iki ayağına birer kurşun sıkılmıştı. İsrail’in Filistinli sporculara sistematik olarak uyguladığı bu sindirme ve baskı da Mahmoud Sarsak’ın iddialarını doğruluyor. İki genç futbolcu bir daha futbol oynayamayacaklarını öğrendiler. Filistin Federasyonu bu sorun için FİFA’ya başvurduğunda oyalanmaktan başka bir şey ile karşılaşamadı.


Futbolcuları tutsak edilen, öldürülen, yaralı bir şekilde futbol oynayamaz hale getirilen ve statları-antrenman tesisleri bombalanan Filistin 2015 Asya Futbol Şampiyonası’na katılmaya hak kazanmıştı. 2015’te o turnuvada olabilecekler mi, şüpheli.  Çocukların her gün öldüğü , çığlıklarının sokakları inlettiği Filistin’de bu turnuvaya katılmak, her şeye rağmen buradayız demek çok önemli belki ama buna güçleri kalmamış olabilir. 2015 Ocak’ında Avustralya’daki turnuvaya sayılı günler kala bunun heyecanını yaşaması gereken insanlar üçüncü bir İntifada’nın eşiğinde ve gruplarındaki Japonya, Irak ve Ürdün’den önce kazanmaları gereken büyük bir mücadele var. 

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Partizan-Ludogorets Eşleşmesi ve Önceki Hikaye

Henüz bir yıl geçmedi o günün üzerinden ve iki takım yeniden karşı karşıya geldi. Bu eşleşmeyi önemli kılan ise bir önceki eşleşmede elenen Partizan takımına taraftarının tepkisiydi.

Geçen sezon 3. Ön Eleme turunda karşı karşıya gelen iki ekibin karşılaşmasında ilk maçı kendi evinde Ludogorets 2-1 kazanmıştı. Rövanş için avantajlı bir skor ile Belgrad'a dönen Partizan aslında turdan emindi. Güçlü taraftarı ve genç-tecrübeli oyuncu uyumunu iyi yakalamış kadrosuyla favori olan taraf da Partizan'dı. Rakip her ne kadar son yılların yükselen değeri olan Ludogorets olsa da.

88.dakikada ucuz bir penaltı verildiğinde Belgrad adeta düşüyordu. Stattaki derin sessizlik ve gerginlikle geçen saniyeler sonucunda Zlatinski penaltıyı gole çevirdi ve skor 1-0'a geldi. Son saniyelerde artık gol arayan bir takım olarak değil, Partizan goller arayan bir takım olarak sahadaydı. Denemeler oldu, zorlamalar oldu ama o gol bir türlü gelmedi.

Turu iki maçta aldığı galibiyetlerle Ludogorets alırken geride yıllar geçse de unutulmayacak bir sahne bırakmıştı.

Marko Scepovic ve Milan Smiljanic bir arada

Maç sonu tribünler taraftarı yanlarına çağırdı. Gösterilen çaba için sunulan cılız alkışların yanında öfke yoğundu. Futbolcular Alcatraz taraftar grubunun önüne geldiğinde, karşılıklı tezahüratlarla başladı her şey. Ya da biz öyle sandık. Futbolculardan biri tribüne formasını atmaya giderken, forma kabul görmedi ve Alcatraz tribün lideri Milos Radisavljevic sahaya indi. Milos hedefini belirlemiş bir şekilde sahaya doğru yürüdü ve oyuna ikinci yarıda giren forvet Scepovic'in yanına geldi. Kaptanlık bandını takan Scepovic'ten bandı söküp alan Milos tekrar tribüne döndü. Gerisinde elenmenin ve bu aşağılanmanın ardından yıkılmış bir takım, önünde ise çılgınca tezahüratlarda bulunan Alcatraz tribünü vardı.

Sonrasında Scepovic sezonu dahi açmadan soluğu Yunanistan'da aldı. Olympiakos ile çıktığı 17 maçta 7 gol 3 asist yapan Scepovic'siz bir Partizan-Ludogorets eşleşmesi bizi bekliyor.

(Milos ile Scepovic işi tatlıya bağlamış gibi gözükse de Scepovic artık Olympiakos'ta)

Ne olur bilinmez ya da Partizanlı futbolcular maça bu yönden bakacaklar mı; simgesel olarak da olsa o kaptanlık bandını Alcatraz'dan alabilecekler mi göreceğiz. Ama en azından izleyenler ve Partizanlı taraftarlar için bir maçtan fazlası diyebilirim.




20 Temmuz 2014 Pazar

Ahmet Oğuz - Koşu yarışını kazandı, futbol kariyeri başladı!

Geçtiğimiz yılı Hacettepe'de 34 maça çıkarak şampiyon kapatan Ahmet Oğuz, bu sezon başarısının karşılığı olarak Gençlerbirliği takımına katıldı. Sağ bekte ciddi bir alternatif olacağının sinyallerini veren Ahmet taraftara yakın zamanda "Türkiye'nin en iyi sağ bekini izletmek istiyorum" mesajı yolladı.
Öncelikle kendini ve futbola nasıl başladığını anlatır mısın?
16 Ocak 1993 tarihinde Yozgat-Sorgun’da doğdum. Liseyi bitirdikten sonra okula devam etmedim, futbolu seçtim. Futbola başlamam biraz enteresan oldu. Futbola başlamak için bir futbol okuluna kayıt yaptırmam gerekiyordu ama ailemin durumu iyi değildi. Böyle bir iş için ekstra para veremezlerdi. Paramız yoktu. Hollanda’da amcamlar yaşıyordu. Babam onlardan bizim için para istedi. Onlar gönderdi ama bu kez de abimle mücadeleye girdim. Amcamlar para göndermişti ama sadece bir kişilik kayıt paramız vardı elimizde. Babam bize bir koşu yarışması yaptırdı. Kim kazanırsa o kayıt yaptıracaktı. O yarışı ben kazandım ve kayıt yaptırdım. Nasip kısmet işi galiba bizimki biraz da…Önce Şekerspor’a yazıldım, sonrasında futbola biraz daha alıştıktan sonra 2002 yılında Gençlerbirliği alt yapısına geldim. Çok kısa sürede de takıma seçildim. Bir çok yaş grubunda forma giydikten sonra son 3 sezonumu da Hacettepe’de geçirdim.

Hangi mevkide oynuyorsun, seni tanımayanlar için biraz bahseder misin özelliklerinden?Ben futbola forvet olarak başladım. Sonrasında alt yapı yaş gruplarında orta sahada görev aldım. Son olarak Veyis Kanber hocamız beni şimdiki mevkiim sağ beke çekti. Orada oynadığımda daha başarılı ve takımım için daha verimli oldum. Bu alt yapı sürecinde zaten Veyis Hocamın da diğer alt yapı hocalarımın da benim gelişimim de büyük katkıları oldu. Onların hepsine teşekkür etmek istiyorum. Hepsinden bir şey öğrendiğimi düşünüyorum. Hızlı bir oyuncuyum, sağ bekten ileri çıkıp hücuma destek verebiliyorum. Kendimi daha da geliştirerek oyunu tamamen iki yönlü oynayan bir bek olmak istiyorum.

Geçtiğimiz yıl Hacettepe’deydin ve şampiyonluk yaşadın. Geçtiğimiz sezonu anlatır mısın?Geçtiğimiz sezon bizim için çok güzel geçti. Şampiyonluk bizim için özel bir duyguydu. Türkiye Kupası’nda da güçlü rakipleri elemiş, takımımızın ne kadar kaliteli olduğunu göstermiştik. Ligin ikinci yarısının benim hayatımda hep apayrı yeri olacak. Hem takım olarak hem bireysel olarak daha iyi bir çıkış yaptık. Şampiyonluğa da inanmıştık ve başardık!

Bu sezon artık A takımdasın, Gençlerbirliği’nde hedeflerin neler?Gençlerbirliği’nde öncelikle kalıcı olmak istiyorum. İlerleyen dönemlerde de şans bulup bu şansı en iyi şekilde değerlendirmek istiyorum. Ben çalışırsam ve kendimi gösterirsem elbette şans gelecektir.

Takımda da çok iyi bir ortam var. Hem alt yapıda birlikte oynadığımız arkadaşlar hem tecrübeli ağabeylerimiz bize çok yardımcı oluyorlar. Hiç yabancılık çekmedim antrenmana ilk çıktığım andan beri.

Taraftarlara bir şey söylemek ister misin?Taraftarımızın önünde oynamak için sabırsızlanıyorum. Özellikle sağ bek oyuncusu olduğum için saha içinde onlara çok yakın olacağım ve kendimi geliştirerek onlara Türkiye’nin en iyi sağ bekini izlettirmek istiyorum.

Ersel Aslıyüksek: Gençlerbirliği'nin beni seçmesi büyük bir gurur

Gençlerbirliği'nin yeni transferlerinden Ersel Aslıyüksek hem Kartalspor'da yaşadıklarını hem Gençlerbirliği'ne geliş sürecini hem de gelecekle ilgili planlarından bahsetti. 



Öncelikle kısaca kendini tanıtır mısın?
8 Mart 1993 tarihinde İstanbul’da doğdum, aslen Rizeliyiz. Eğitim hayatımda liseye kadar okudum, sonrasında futbol daha ağır bastı ve tamamen futbola yöneldim.Ankara'ya gelmeden önce ailemle yaşıyordum.

İlkokul 4.sınıfta, okul takımında oynarken Kartalspor’dan hocalar beni izlemişler, beğenmişler. Beni Kartalspor’un altyapısına almak istediler. O dönemlerde Kartalspor altyapısından çıkmış Volkan Demirel, Egemen Korkmaz, Servet Çetin gibi isimleri televizyonda izliyordum. Kartalspor o yüzden benim için önemli bir adım olacaktı. İlk futbola bu şekilde başladım ve 9 sene Kartalspor’ın altyapı takımlarında ve A takımında oynadım. 

Peki oynadığın mevki ile ilgili neler söylemek istersin, seni tanımayanlar için nasıl bir oyuncu olduğunu anlatır mısın?
Futbola ilk başladığım günden beri hep forvet oynadım. Altyapılarda bu değişebiliyor, birçok golcü oyuncu kariyerine stoper olarak ya da kaleci olarak devam edebiliyor ama ben ilk günden bu yana golcüydüm. Sadece altyapıda bazı maçlarda zaman zaman kanatta oynadım. Oyun yapımdan bahsetmem gerekirse hızlı bir oyuncuyum. Havadan ya da yerden gelen toplarda son vuruşlarıma güveniyorum. Altyapıdan bugüne dek hep tek forvet olarak oynatıldım ve başarılı olduğumu da düşünüyorum. İzlediğim oyunculardan Falcao ve Alexis Sanchez’i çok beğeniyorum. Onların oyun yapılarını kendime örnek alıyorum, futbolumu daha da geliştirmek için onları izliyorum diyebilirim.

Transfer olma sürecinde Gençlerbirliği adını ilk duyduğunda neler düşündün?Gençlerbirliği’nin beni transfer etmek istediğini öğrendiğimde çok heyecanlandım. Süper Ligin köklü kulüplerinden ve çok iyi bildiğim bir kulüptü. Tereddüt etmeden buraya gelmek istedim ve geldiğim için de çok mutluyum. Gençlerbirliği gibi büyük bir kulübün beni seçmesi ve benim buraya gelmem benim için büyük bir gurur! Süper Lig’den başka takımlar da istedi beni ama ben Gençlerbirliği’nde genç oyunculara önem verildiğini bildiğim için buraya geldim.

Gençlerbirliği’ndeki hedeflerin neler?Gençlerbirliği’ndeki ilk hedefim burada kalıcı olmak. Böyle bir camiada başarılı olmayı çok istiyorum. Ve daha önce hiç giymediğim milli takım formasını giymek istiyorum. Avrupa hedefim de var ama öncelikli olarak Gençlerbirliği var benim için şu an!

                                   Son olarak taraftarlara söylemek istediğin bir şeyler var mı?Ankara’ya gelmeden önce de Gençlerbirliği taraftarıyla ilgili birçok şey duymuştum. Ülkemizde taraftarlık olarak özel bir yerleri olduğunu düşünüyorum. Burada takım arkadaşlarım da, çok genç bir taraftar topluluğumuz olduğundan ve taraftarlarımızın takımı çok sahiplendiğini ve her zaman futbolcuların yanında olduklarını söylediler. Genç oyunculara kulübümüz gibi onların da ayrı bir önem verdiklerini sempati beslediklerini duydum. Umarım ben de onlara layık olarak kendimi sevdiririm ve 19 Mayıs’taki ilk maçımda gol atarak onları mutlu ederim.

9 Haziran 2014 Pazartesi

Bogdan Stancu: Rakamlardan Çok Daha Fazlası

Yerine geldiği isim ne Lekic ne Ekigho'ydu. Björn Vleminckx'in yerine gelmişti o! Bir çok aday konuşulmuş, bir çok isimle görüşülmüş ve sonuç "bari Stancu'yu alalım" olmuştu.

Stancu Ankara'ya geldiğinde çok büyük ümitler barındırmamakla birlikte yine de "Umudumuz Stancu" demiştim sezon başında. O zamanki düşüncem "hücumda büyük bir caydırıcılığa sahip değil ama güçlü bir hücum hattı" oluştuğu yönündeydi. Çünkü Stancu hep yardımcı forvet gibi rollere bürünmüş hep indirilen toplarda ileri ucun bir adım gerisindeki adam olarak gole gitmişti. Orduspor'da ilk sezonda 10 ikinci sezonda 11 gol atmıştı ki 2012-2013 sezonunda Gençlerbirliği'nin hiç bir oyuncusu bu sayıya ulaşamamıştı.

İlk golünü 2.hafta Akhisar maçında attıktan sonra hem takım hem Stancu suskunluk dönemine girmişti. Takım gol atamıyordu ve takımın hücumcuları Stancu ve Zec hedef tahtasındaydı. İki isim de bu yükü omuzlarında tüm ağırlığıyla hissederken bu işin Stancu ve Zec ile olmayacağı konuşulmaya başlamıştı bile.

Sivasspor maçından önce Stancu basına ; "Ben forvet oyuncusuyum, bugüne kadar bir çok maçta bir çok gole imza attım ve bu golleri atmaya da devam edeceğim" şeklinde konuştu. 9.haftada ise Mehmet Özdilek'in gelişiyle birlikte Stancu kendisini doğrulamaya başladı. Önce Elazığspor maçıyla takımını galibiyete taşıdı, sonra 2-0 biten Eskişehirspor maçında iki gole de adını yazdırdı. 2-0'dan 3-2'ye çevrilen Trabzonspor maçında ise ilk isyan bayrağını açan sürükleye sürükleye golü atan isim oluyordu. Ve Stancu gollerine başlamıştı...

Antep maçında attığı gol mağlubiyeti önleyemese de Galatasaray maçında Muslera'yı , Sneijder'in Juventus'a attığı gole nazire yaparcasına mağlup ediyor ve 1 puanı koparıyordu. Stancu artık rakiplerin üzerinde durduğu taraftarların gerçekten "Umudumuz" dediği bir isim olmuştu. Daha sonra yine Akhisar, Karabük,Konya,Elazığ Sivas ağlarını da havalandıran Bogdan Stancu 13 gole ulaştı.

Krallıkta iddialı konuma gelen Rumen oyuncu talihsiz bir sakatlık geçirdi ve ligin son beş haftasında formasından uzak kaldı. Buna rağmen uzun süre krallık sıralamasında geçilemeyen Stancu yine de zirveye çok yakın bir isim olarak sezonu bitirdi.

Stancu 13 gole ulaştığı sezonda kendi rekorunu alt ederken takımına 8 asistlik de muhteşem bir katkı yaptı. 13 gol ve 8 asist takım içindeki gol ve asist krallığına da Stancu'yu oturtuyordu.

Stancu sıfır saha içi ego, muhteşem özverisiyle rakamların da ötesinde bir futbolcuydu. "Benim kaç attığım ya da kariyer rekorumu kırıp kırmadığım önemli değil, gol atmayı elbette isterim çünkü ben bir golcüyüm. Ama takımımın kazanması her şeyden daha önemli" diyen Stancu taraftarın gönlünde haklı bir şekilde taht kurmuştu. İleride rakibe pres yapan kaptırdığı top için kendi ceza sahasına kadar rakibi kovalayıp topu geri alan, sakatlığının el verdiği son noktaya kadar kendini zorlayan bir figür var karşımızda.

Alınacak forvet ya da hücum oyuncusu bence Stancu'ya göre ölçülüp biçilerek alınmalı bu sezon performansından sonra. Elimizde güçlü bir forvetimiz var ve hücum gücümüzü arttıracak , ona gol yollarında "yardımcı" olacak bir partner olmalı. Stancu'yu fazlasıyla anlamsız yabancı kontenjanına hapsedip rotasyona sokmaya benim gönlüm el vermez ama biliyorum ki "profesyonellik" belası her şeye sebep olabilir.

8 Haziran 2014 Pazar

Conifa Dünya Kupası'ndan Notlar


  • Şampiyon, Fransa Ligue 1'de mücadele eden OGC Nice takımının B takımı olarak da adlandırılan Nice (County of Nice) oldu. Finalde Ellan Vannin'i penaltılarda 5-3'lük skorla geçtiler.
  • Süryanilerin takımı Arameans Suryoye'nin 3. olduğu turnuvada bir önceki şampiyon Kürdistan 5.oldu.
  • Mario Balotellli'nin kardeşi Enoch'un forma giydiği Padania 6.oldu
  • Eski Beşiktaş kalecisi Thomas Myhre'nin çalıştırdığı ev sahibi olan Samiler turnuvada 10. oldu 
  • Turnuva öncesi Azerbaycan'ın katılımını engellemeye çalıştığı Dağlık Karabağ turnuvayı 9.tamamladı
  • Mültecilerden kurulu bir takım olan Darfur United 61 gol yedi ve gol atamadan turnuvayı 12. olarak tamamladı. 
  • Şampiyonada Kürdistan takımı 21 oyuncu yerine 23 kişilik kadrolarla mücadele ettiği için disiplin kuruluna sevk edildi. Tüm takımların oy kullandığı toplantıda takımlar puan silme yerine para cezası verilmesini kararlaştırdı. Bu para da zor durumdaki Darfur United takımına verildi. 
  • Turnuvadaki takımların sıralamaları:
1/ Nice
2/ Ellan Vannin
3/ Arameans Suryoye
4/ Güney Osetya
5/ Padania 
6/ Kurdistan
7/ Occitania
8/ Abkhazia
9/ Nagorno Karabakh
10/ Sapmi
11/ Tamil Eelam
12/ Darfur United


Şampiyon Nice | Conifa World Cup

Conifa Dünya Kupası bugün yapılan final maçıyla tamamlandı ve Nice şampiyon oldu. 12 takımın katıldığı turnuvada Güney Fransa temsilcisi Nice finalde Ellan Vannin'i penaltılarla yenerek şampiyonluğa uzandı. Normal süresi 0-0 biten maçta Nice penaltıları 5-3 kazandı.

İki takım grupta da karşılaşmış fakat o maçı Ellan Vannin 4-2 kazanmıştı.

 Countea de Nissa - Ellan Vannin 0-0 (5-3)

Countea de Nissa: Brunner, Ferreri, Assoumani, Migliore, Tchoukounte (24' Gignoli (87' Noto)), Sborgni, Jaziri (70' Malitini), Bauer, Delerue, Onda, Deflino

Ellan Vannin: Perry, Ringham, Quaye, Sharkey, Kelly, Caine (89' Morling), Doyle (46' Bell), Jones (81' Morrisey), McVey, Bass, McNulty

Goals: /
Penalties: Noto (1-0), McNulty (1-1), Delfino (2-1), Morrisey (2-2), Malitini (3-2), Bass (/), Delerue (4-2), McVey (4-3), Ferreri (5-3)


Şampiyonluk Kutlamaları 

6 Haziran 2014 Cuma

Taylan Antalyalı Artık Gençlerbirlikli...

Football Manager ile gerçeğin yine birbirini yakaladığı anları yaşıyorum desem yeridir. Daha önce oyunda türlü finansal tavizlerle, Jimmy Durmaz'ı, Deniz Naki'yi, Mervan Çelik'i kazandırdığım Gençlerbirliği'ne FM14'te Taylan Antalyalı transferini de gerçekleştirmiştim. Ve basında yer alan haberelere göre mutlu son olarak Taylan da artık Gençlerbirliği'nde! Darısı FM transferlerim Mustafa Saymak-Deniz Türüç ikilisine deyip Taylan'ı anlatalım biraz.

8 Ocak 1995 tarihinde Muğla Yatağan'da doğdu. Filiz lisansı 11 yaşındayken 2006 yılında memleketinin takımı Muğlaspor'da çıkartıldı. 2009 yılında ise alt yapısı ile ünlenen Buca'ya transfer edildi. Son bir iki yıldır Buca alt yapı olarak eski günlerini aratıyor ve bunda en büyük sebep Taylan'ı Salih Uçan'ı ülke futbolunu kazandıran ekibin şu an Altınordu'ya geçmesi diyebilirim. Şimdi yeni Taylan'ları Salih'leri muhtemelen orada yetiştirecekler. İlk kez 2009-2010 sezonunda U15 takımıyla Buca formasını giyen Taylan aynı sezon milli takıma da seçildi. Orta saha oyuncusu olan Taylan o sezon  6 gole imza attı

2010-2011 sezonunda 1 A2 Ligi maçı oynasa da sezonu 2011-2012 sezonunda olacağı gibi U17 takımıyla geçirdi. 2012-2013 sezonunda da PTT 1.Lig de şans buldu. Ligin normal sezonunu 5.bitiren Buca'da sürekli şans bulamasa da şampiyonluğa oynayan takımın havasını soludu. Zaman zaman A2 takımıyla da maça çıktı.

2013-2014 sezonunda lig ve kupa toplamında 32 maça çıktı. 1 gol ve 2 asistle oynadı. 2274 dakika sahada kaldı. Ahmet Çalık'ın kazandırdığı genç oyuncu teşvik primini Taylan da Bucaspor'a kazandırdı bir alt ligde.
Ve tüm bu yıllar boyunca da milli takımdan kopmadı ve milli formayla çeşitli yaş gruplarında 37 maça çıktı.
8 numara Taylan, 9 numara Atabey, 6 numara İrfan

24 Ağustos 2011'de Almanya'ya karşı 4-0 yenilen U17 Milli Takımında Atabey'le 11 başlayan Taylan daha sonra bir çok kez Atabey'le aynı takımda mücadele etti. Aynı sezon Azerbaycan'ı 4-0 yenen U17 Milli Takımında ise bu sezonu Hacettepe'de geçiren İrfancan ve A2'de oynayan Haydar da forma giymişti ve o maçta Taylan 2, Atabey 1 gole imza atmıştı. Şimdiden Taylan-Atabey ortaklığında izleyeceğimiz gollerin hayali bile güzel geliyor.

Fizik olarak sağlam bir oyuncu, ikili mücadelelerde yılmıyor. Oyunu önde ve geride oynayabilen bir orta saha oyuncusu. Yeri geldiğinde bir 10 numara olarak yeri geldiğinde savunmadan topu alıp dağıtabilecek defansif orta saha özellikleri var. Yani Taylan varsa takımınızda FM deyimiyle MC de AMC de DMC de oynar. Ve bunların hepsinde de birbirine yakın randıman verir. Dikine oynaması daha doğrusu oynayabilmesi en büyük artılarından ve iki ayağını da aynı güzellikte kullanabiliyor.

Taylan'a profesyonelliği ilk adım attığı günlerde yapılan bir röportajda "oyununu kime benzetiyorsun" diye sorduklarında ; " Ballack'a benzediğimi söylüyorlar ama ben kendimi Gerrard'a benzetiyorum ve onu kendime örnek alıyorum." diyor. İdolü Steven Gerrard hayali Liverpool... "Esas hedefim Avrupa, hatta Liverpool" diyor sorulan bir başka soruya.

Galatasaray'la bir kaç kez anılsa da tanıdığım bir çok İstanbul kulübü taraftarının takımlarında Taylan'ı görmek istediklerini biliyorum. Bu transfer geleceğe yönelik bir transfer bu çok açık ama Taylan Gençlerbirliği'ne çok şey katabilir. Bonservis bedeli haricinde sunacağı katkıları izleyeceğimizi düşünüyorum. Ve kendisiyle ilgili en büyük temennim Esenboğa'dan bineceği o uçak Avrupa'ya olsun.

Peki Taylan, Gençlerbirliği'nin Gerrard'ı olur mu?

1 Haziran 2014 Pazar

Conifa Dünya Kupası Grupları ve Fikstürü

A Grubu: Kürdistan-Arameans Suryoye-Tamil Eelam
B Grubu: Sapmi-Occitania-Abhazya
C Grubu: Padania-Güney Osetya-Darfur
D Grubu: County of Nice-Nagorno Karabağ-Ellan Vannin

1 Haziran
Darfur United-Padania
Kurdistan-Arameans Suryoye
Abhazya-Occitania
Ellan Vannin-Nagorno Karabağ

2 Haziran
Tamil Eelam-Aramean Suryoye
Darfur United-Güney Osetya
Abhazya-Sapmi
Ellan Vannin-County of Nice

3 Haziran
Tamil Eelam-Kurdistan
Güney Osetya-Padania
Occitania-Sapmi
Nagorno Karabağ-County of Nice

Daha sonra 5-6-7 Haziran tarihlerinde Çeyrek Final-Yarı Final ve Klasman maçları oynanacak son olarak 8 Haziran'da final maçı oynanacak.

"Ölümü de umursamıyoruz/Çünkü biz ölümü çoktan yendik"

Yaşadığımız Soma'daki katliam nedeniyle Şilili madencileri bir kez daha hatırlamıştık. Onlar nasıl hayatta kalabildi sorusuna "yaşam odası" diye bir kavramla cevap alabildik. Soma'da yoktu, "yetkiliye" göre "Kaçmak mı istersiniz, burada kalmak mı?" kadar basitti mesele! En sonunda da belki de ağızlarından kaçırarak bir kaç ay sonra yapacaktık deyiverdiler. Somalı madenciler öldü, Şilili madenciler yaşıyor; tek gerçek bu.

Şilili madenciler, dünya kupası öncesi bir kliple bu kez tüm dünyanın gündemindeler. Şili Futbol Takımı Dünya Kupası'nda ülkelerini temsil ederken onlara en büyük desteği ve azmi madenciler veriyor. Madenciler düştükleri "ölüm grubunun" çok da zor olmadığını haykırıyorlar.

İşte o klip ve sözleri:

Burada 70 gün mahsur kaldık
Toprak tarafından yutulduk
Daha sonra ne yaptığımızı kanıtlamak zorundaydık
Biliyorduk ki dışarıda milyonlarca Şilili bizimleydi
Tüm dünya bunun şahidiydi
Bu nedenle bu toprağı umut ve cesaretle doldurup Brezilya'ya yolluyoruz
Böylece bir Şilili için hiç bir şeyin imkansız olmadığını tüm dünyaya göstereceğiz
İspanya mı zor?
Hollanda mı zor?
Ölüm grubundan korkmuyoruz
Ölümü de umursamıyoruz
Çünkü biz ölümü çoktan yendik

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Ötekilerin Dünya Kupası

FİFA Dünya Kupası stat inşaatlarındaki işçi ölümleriyle, evlerinden edilen halkıyla , yerlileriyle Brezilya'ya felaket getirirken coğrafyanın başka bir bölgesinde Ötekilerin Dünya Kupası sahnelenecek. Ötekilerin ötekilikleri asla FİFA gibi bir mafya kurumu tarafından muhatap alınmamalarından geliyor.

Siyasi ve ekonomik sebeplerle başta Kürdistan olmak üzere bir çok devleti olmayan halkın FİFA'da temsili yok ve FİFA onları hiç bir turnuvaya da bu sebeple dahil etmiyor. Bu konudan muzdarip halklar da Conifa ismiyle bir federasyon kurdu. Bu federasyona dahil olan takımlar:

Afrika Kıtası: Darfur United - Zabzibar
Asya Kıtası: Arameans Suryoye - Kürdistan - Tamil Eelam
Avrupa Kıtası: Abkhazia - Ellan Vannin - Heligoland - Kuzey Kıbrıs - Occitania - Padania - Romani People - Clento - County of Nice - Monako - Güney Osetya - Franconia - Nagorno Karabağ
Amerika Kıtası: Quebec - Cascadia

Geçtiğimiz yıl yapılan Viva Dünya Kupası'nda Kuzey Kıbrıs'ı 2-1 yenen Kürdistan şampiyonluğu elde etmişti.
Geçen yılın şampiyonu Kürdistan

Bu yıl da 1-8 Haziran tarihlerinde İsveç- Östersun'da yapılacak turnuva'da 12 takım mücadele edecek. Turnuvada Aramean Suryoye, Ellan Vannin, Güney Osetya, Saphi, Abkhazia, County of Nice, Kurdistan, Darfur United, Padania, Tamil Eelem, Occitania ve Nagrono Karabağ mücadele edecek.

İsveç'in Sami bölgesinde yapılacak turnuvaya burada yaşayan halklardan Aramean Suryoye, Süryanilerin takımı olarak Asya Kıtasından mücadeleye katılacak. Kürdistan da Süryanilerin takımı gibi "bizim takım" kontenjanında yerini alıyor. Zaten "bizim derbimiz" de yani Arameans Suryoye- Kürdistan maçı açılış maçı olacak.
Kuzey Kıbrıs Takımı

Kuzey Kıbrıs ise değişen hükümetle birlikte bu olaya biraz daha soğuk bakarak biraz çekimser kaldı bu sezon. Bir diğer tuhaflık ise FİFA ve UEFA'nın muhatabı olarak kabul gören Azerbaycan'ın Conifa'ya başvurup "Karabağ'ın burada ne işi var?" demesi galiba. Aslında Azeri hükümetinin ve devletinin yarattığı siyasi atmosferde Karabağ tam da buraya denk düşüyor. Hatta federasyonun kuruluş amacı bu ama Azerbaycan Futbol Federasyonu şansını denemek istemiş yine de...

Halkların Dünya Kupası 1 Haziran'da Östersund'da start alacak. İzlemek ya da takip etmek bir hayli zor. Kapısının önünde olan direnişte penguen belgeseli yayınlayan televizyon kanallarından bahsediyoruz sonuçta.Şu anda tüm medya mafyanın organize ettiği Dünya Kupası'na odaklanmış durumda. Ve Brezilya'da evlerinden canlarından olan halkın yaptığı protestoları haberlerinde "...protestoların dünya kupası süresinde de devam etmesinden korkuluyor..." diyerek seslendiriyor.

İşçilerin stat inşaatlarında ölmediği , insanların evlerinden edilmediği bir dünya kupası başlıyor ve bu turnuvada kaybeden de olmayacak.

18 Mayıs 2014 Pazar

Soma-Sırbistan-Hırvatistan-Bosna Hersek

"... Gençlerbirliği takım kaptanı olarak şunu da eklemek istiyorum. Takım olarak bugün kazandığımız primleri Soma'ya ve şu an Sırbistan,Hırvatistan ve Bosna Hersek'in etkisi altına alan sel felaketinde zarar gören insanlara göndereceğiz." - Ante Kulusic

Bu hafta oynanan maçlarda ne topun gitmeye mecali vardı ne de futbolcuların o topu gitmeye teşvik edecek ruh halleri...Çaykur Rizespor-Elazığspor maçının ardından konuşan futbolcunun dediği gibi "1'den 300'e kadar say desen, sıkılırım sayamam. Biz bu kadar insanımızı kaybettik!" 

Ante Kulusic

Ligin son haftasıydı , TFF hariç kimsenin de oynama isteği yoktu ama TFF istiyordu. Şov devam etmeliydi, daha doğrusu TFF Başkanını oraya atayan istiyordu. 

Soma'daki cinayet için tüm spor kulüpleri geride kalanlara bir şekilde elini uzattı, uzatmak istedi. Futbol zaten böyle anlarda sadece futbol olmuyor. Ante'nin eline çarpmayan topa penaltı vermek ve bunun tartışmasını yapmak katıksız futbolken; İlker Meral'in Balıkesir'den komşu il Manisa'ya giderek insanlara destek olma adına 3 gün boyunca orada bitap düşmesi tam da futbol asla sadece futbol değil meselesi. Öğrendikten sonra hakeme ettiğin laflara üzülüyorsun, utanıyorsun! İki gündür aynı gömleği giyen bakan övgüsü gibi bir şey de değil bu ayrıca. 

Biz Soma'daki katliamı canlı yayında basın toplantılarıyla izlerken Balkanlar da sel felaketiyle boğuşuyordu. Bosna Hersek başta olmak üzere Sırbistan ve Hırvatistan da etkilendi selden. Gençlerbirliği'nde Hırvatistan, Sırbistan ve Bosna Hersek'ten 6 oyuncu(Kulusic,Tomic,Tosic,Smiljanic,Petrovic,Zec) bulunuyor. Beşiktaş maçında ilk 18'de bunların 3'ü yer aldı. 
Bosna Hersek

Bosna'da da kulüpler statlarını kriz masasına dönüştürerek yardımları burada toplamaya ve bizzat futbolcuların katıldığı dağıtım ekipleriyle ülkenin yarasını sarmaya çalışıyor. 

Gençlerbirlikli futbolcular da kazandıkları beraberlik primlerini acıyı bile ayrıştıranlara inat bu iki acı için bölüştürdüler. Haberler sadece Bosna'dan bahsediyor, niye mi ; Kınık'taki madenci ailelerine devlet neden başsağlığı dilemediyse o yüzden! Yaşadıklarımız "fıtratında" insanlık olanın anlayacağı kadar acı , dayanışmamız "fıtratında" vicdan olanın anlayacağı kadar büyük! 

22 Nisan 2014 Salı

Syrianska Direniyor

İsveç'te "büyütülmüşlerden" Malmö'ye gönlümüz kaysa da hafta sonları link araya araya izlediğimiz bir de Syrianska var. Donmalardan, kopmalardan arda kalan zamanda ne kalırsa geriye o şekilde izliyoruz. Zaten takım az gol atıyor bir de o kopma anlarına gelince gol hakikaten çekilmez olabiliyor. Fiber çözüm diyenler var da ben Twitter'a girmek için internette kırk takla atıyorum fibere daha çok var.

Geçen sezon Özcan Melkemichel'in takımında hiç bir şey yolunda gitmedi. Takımdaki hiç bir şekilde anlatılamayacak kurumsallık(!) sonucunda Özcan Melkemichel de zaten rica minnet görevdeydi. Uzun yıllar takımı çalıştırması, takımın eski futbolcusu olması gibi etkenler camianın çocuğu etiketini zaten yapıştırmış. Zaten tarihsel bir kader ortaklığımız var ama bu haliyle de bir STSL ya da PTT takımından farkı yok gibi.
Özcan Melkemichel

Geçtiğimiz yılki palnsız programsız başlanan ligde pek bir varlık gösterilemedi. 30 maçta alınan 14 puan ve -38 averaj var sadece elde! Geçtiğimiz sezon bir tek Sharbel Touma'ya endeksli takım onun yanına birilerini ekleyemeyince bu kaçınılmaz sona mahkum oldu. Hatta öyle ki kadro yapmak için zaman zaman alt yapıdaki genç oyuncular profesyonel yapılarak kadroya dahil edildi.

Dinko Delic takımın en golcüsüydü attığı sadece 5 golle. Onun yanında bu sezon Şanlıurfaspor'a yolu düşüen Mattias Mete ve Nahir Oyal da o takımda zaman zaman forma bulabildi. Deneyimsiz ve istikrarsız bir kadroyla küme düşen Syrianska bu sezon Superettan adı verilen bir alt ligde mücadele ediyor. Benzer sıkıntılar benzer olasılıkklarla birlikte başlayan sezonda Touma dizinden geçirdiği sakatlık nedeniyle emekli oldu ve futbola da başladığı kulüpte yardımcı antrenörlük görevine getirildi. Beyrut asıllı oyuncu kulübün zor zamanlardan geçtiğini söylerken kulübün kendi içine dönmesi ve alt yapıdan çıkacak oyuncularla bir şeyler yapabileceğini söylüyor.
Sharbel Touma

Takımın başında Özcan Melkemichel'e göre daha deneyimsiz bir isim olan Stefan Fredriksson vardı. Fredriksson 4-1-3-2 dizilişiyle oynayacaklarını söylerken dar bir kadroları olduğunu zaman zaman buna uymakta da sıkıntı yaşayacaklarını söylemeyi ihmal etmiyordu. "Küçük bir takımımız var ama kaliteli isimler olduğunu düşünüyorum. Gerçekçi beklentiler koymalıyız. Önümüzde çok zor bir süreç var. Taraftarlardan anlayış ve sabır bekliyorum bu zorlu süreçte" diyen Fredriksson aslında bu sezonun nasıl geçeceği ile ilgili de ipucu veriyordu herkese. Sonuç olarak geçici olarak görevde kalması beklenen Fredriksson hazırlık sürecinin ardından görevinden ayrıldı ve yerine Zvezdan Milosevic geldi.

Takımın artık deneyimli oyuncularından olan İsa Demir de sezon başı yapılan röportajda artık tabiri caizse takımın abisi konumunda olduğunu söylüyordu. "Bir çok oyuncumuzu kaybettik zor zamanlar yaşayabiliriz. Bu dönemde taraftarımıza da büyük iş düşüyor. Onları tribünlerde görmeyi çok isteriz." diyen İsa, Syrianska'nın kendisi için ne ifade ettiğiyle ilgili soruya da "Syrianska benim kalbimdeki tek kulüp. Bu kulüp sadece İsveç'teki Süryaniler için değil dünyanın her yerindeki Süryaniler için önemli ve değerli. Bunun bilinci hepimizde var." diyor.
İsa Demir

2014-2015 sezonu daha yeni başladı ama sıkıntılar şimdiden had safhada. 3 maçta 3 puan toplayabildiler. İlk maçta kendi evlerinde Sirius'a karşı 9 kişi kalıp 5 yediler 2.hafta deplasmanda Verborgs'a 2-1 yenildiler. 3.haftada bu kez deplasmanda 10 kişilik  Landskrona'yı 3-2 yenebildiler.

Landskrona maçı kadro yapısıyla ilgili bir fikir verebilir, 90 dakika aynı 11 ile oyuncu değiştirmeden oynadılar ve 90.dakikada ilk ve tek değişikliklerini yaptılar.

27 maçlık uzun ve zor bir yol var önünde ligden yükselmekten ziyade tutunabilmek ilk amaç... Tutunabilirler mi sorusu için olumlu şeyler sıralamak zor. Ama bir umut...

15 Mart 2014 Cumartesi

Simgesel Galibiyet

Futbolun asla sadece futbol olmadığı gerçeğini doğrulayacak hepimizin çuvallar dolusu argümanımız var. Angola-Portekiz ile oynadığı dünya kupasında 4-4-2 , 3-5-2 konuşan yorumcu zaten bizden değildir.  Ama bu simgeselliği bizim de yarattığımız ayrı bir gerçek. O gün belki de muhafazakar bir Portekizli için gayet sıradan bir gündü ve “dostça” geçmesi muhtemel bir maçtı. Bir Angolalı için ise belki de her şeydi.
Ülkede katillik, hırsızlık gün yüzüne çıkınca artık biz de hırsıza katile atılan her tokadı kendi hanemize yazmaya başladık. Kasımpaşa deyince akla gelen yaratılan algıya hepimiz vakıfız. Hatta Kasımpaşalılık üzerinden vatandaşa “Ananı da al git” densizliği açıklanabilmişti. Kasımpaşa’nın futbolda bu ara yüzü gülüyor. Çok güzel tesisleri var, transferlere milyonlar akıtabiliyorlar, iş adamları bu kulübe el atabilmek için birbirlerini çiğnercesine kulübün kapısından kendini içeri atmak için yarışıyorlar. Gözümüz yok pisliklerinde boğulsunlar.

Kasımpaşa-Gençlerbirliği maçı sırasında Twitter’da Oğuz Paşalı isimli Beykozsporlu bir taraftarın yazdıklarını gördüm. Oğuz Paşalı; “2000'li yılların başı çocuğum o zamanlar..Kasımpaşa stadı daha inşaat o zaman,deplasman tribününe yer ayrılmamıştı..Ev sahibi tribününe girmiştik.Yanlış değilsem Bülent hat-trick yapmıştı 3-1 kazanmıştık maçı..Şimdi biz amatörde onlar 1.ligde kahrolsun endüstriyel futbol!” sözleriyle tesisleri elinde alınmak istenen ve sırf bu yüzden türlü rantlara kurban edilen Beykozpsor ile şimdi modern tesisleriyle Avrupa’yı hedefleyen Kasımpaşa’yı karşılaştırıyordu.

2000’li yılların başından bahsediliyor… 2002 yılından sonra düzenli bir şekilde yükselen bir takımdan söz ediyoruz tabi burada. 2001 yılında 3.ligde mücadele eden takım 2001-2002 sezonunda 2.ligde mücadele etmeye başlıyor ve sonrasında olanlar malum. Bir kez küme düştüler, o dönemde takımın başında Fuat Çapa vardı.

Sahadaki oyunun hiçbir değeri yok aslında, 2-1 Gençlerbirliği galip geldi. Ateş hattına yakın bir noktadan üst sıralara çıkmak için hayati öneme sahipti. Ama simgelediği şeyler tribünler için çok fazlaydı.
Berkin’i öldürenler yine Berkin’in ölümüne bahaneler yaratabilmek görünürlüğünü yitirmesi için Burak’ı öldürdü. Merminin kimden çıktığı umurumda değil. Cenazesi olan mahalleye baskın yapılması kimin fikriyse Burak’ın katili odur.

Burak Kasımpaşa tribününden olduğu söylenen bir Galatasaraylı.  En azından sosyal medyadaki profillerinden biri bize bunu söylüyor. Kasımpaşalı ağabeylerinin emriyle de Kasımpaşa tribünleri Burak’ı sahiplendi. O nedenle maç boyu ara ara “Şehitler ölmez vatan bölünmez” gibi sözleri sayıkladı. Şehit kimdi, şehitlik kavramı aslında neye karşılık geliyordu, bunu o tribünler hiç düşünmedi.

O yüzden Gençlerbirliği iki gol atmış kazanmış; Yalçın-Donk tandemine karşı kazandı diyemiyorum. Saydığım sebeplerden dolayı ve fazlası nedeniyle Castro’yu bugün ortada Doğa-Özgür iyi kilitledi pas dağıtamadı deyip çıkamıyorum.

Simgesel anlamlar yüklüyorum elde olmadan. Emri ben verdim diyen adama karşı kazandık diye düşünüyorum. Berkin’in mezarına konan bilyelerden-misketlerden iç savaş çıkarmaya çalışan adama karşı kazandık diye düşünüyorum.

Berkin’in annesini yuhalayan-yuhalatan insanlara karşı kazandık diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Burak’ın resmini ekledikleri Türk bayraklı fotoğraflar vardı tribünlerde. Bunların mazideki ağabeylerinin yarattığı, yaratmaya çalıştığı bir nefretle aileleri buralardan İsveç’e göçmek zorunda kalmış Süryani Jimmy Durmaz, Kürt Mervan Çelik’in golüyle kazandığımız için farklı anlamlar yüklüyorum.

Ama gerçekler bundan farklı tabi. Kazandık ve 3 puan aldık. Akıllı bir oyun vardı,Stancu iyiydi, Jimmy hareketliydi. Nizamettin girdi oyunu rahatlattı. Savunmada hata yapmadık vs. En kötüsü de sahada olan futbolcuların çoğu Berkin’den habersizdi. Berkin’i kaybettiğimiz gün, kulüplerden futbolculara kadar bir çok kişi baş sağlığı mesajı yayınladı.  Gençlerbirliği’nde ise istisnalar hariç tepki yoktu. Cumadan cumaya “hayırlı cumalar” temennisini eksik etmeyen oyuncular, ölen bir çocuk için umursamaz olabiliyormuş demek ki bunu gördük. Yerli malı haftası kadar değeri yok demek ki bir çocuğun onu görmüş olduk.

Biz yine de Anadolu halklarının iki çocuğunun attığı golle; anaları yuhalatan, sapanlı çocuklardan korkan adamın takımına karşı kazandığımızı varsayalım. Kaybettiklerimizin geri gelmeyeceklerinin ağırlığını omuzlarımızda hissederek…


(Çok da derli toplu bir şey olmadı, son günlerin yorgunluğu, mutsuzluğu üzerine anlık bir mutluluk üzerine bir karalama sadece)

16 Ocak 2014 Perşembe

Kimi Başrol Kimi Karakter- Kulüp Hikayeleri

Kitapçılarda spor ya da özelinde futbolla ilgili yeni/farklı kitaplar bulmak kolay değil. Çıkan kitap okunmuyor ya da bazı çıkanlar direk ticari kaygıyla çıkartıldığı için tat vermiyor. İletişim Yayınları'nın değer verdiği bir alan olan futbol kitaplarına başka yayın evlerinde görmek pek mümkün olmuyor. Hakkını yemeyelim İthaki de özellikle Simon Kuper kitaplarıyla bir boşluğu büyük ölçüde dolduruyor.  Halen bir kitabevine gittiğinizde "Spor" kitaplarının olduğu köşede en önde "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir" kitabı duruyor olabiliyor.

Raflara bu haftanın başında Tanıl Bora ve Ziya Adnan'ın birlikte hazırladığı Dipnot Yayınlarından Kimi Başrol Kimi Karakter-Kulüp Hikayeleri kitabı düştü. Kitabın tanıtımı olarak;

"Her futbol kulübü bir nevi roman kahramanıdır. Haydi deyin ki hikaye kahramanı! Bu kitaptaki yazılar dünyanın dört bir köşesinden bu hikaye ve roman kahramanlarının bir öbeğinin resmi geçididir. Nasıl ve nerede başlamış hikayeleri, renkleri nasıl doğmuş, nasıl büyümüşler ya da nasıl önemsizliğe sürüklenmişler; zaman içinde kimler giymiş formalarını neler kazanmış, neler kaybetmişler, şimdilerde ne yaparlar, ne alemdedirler, sevdalıları kimlerdir?

Futbol birkaç renkten birkaç büyük takımdan ibaret değil ki. Hep parlak ışıklar altında yaşayanlar var, gözünün feri sönmüşler var. Uzun ömründe ikbali de idbarı da görenler var. Kimi eski günlerine ağıt yakarken kimileri manşetlerden düşmeyen... Kimi endüstriyel futbolun zenginliğinde giderek büyürken kimi zor zahmet ayakta kalmaya çalışan... Kimi pek meşhur kimi uzaktan aşina, kimi gözden ırak adı bile bilinmez... niceleri var." sözlerine yer veriliyor.

Kitapta yer alan 70 yazının 28'i Tanıl Bora'ya 42'si Ziya Adnan'a ait. Kitap Derbiler başlığıyla başlayarak öncelikle "bizim" İstanbul Derbilerinin halini hatırını sorup sonrasında dünyadaki derbileri anlatıyor. Mısır, İtalya, Brezilya,İngiltere, İskoçya, Sırbistan,Almanya ve Hollanda "derbilerinin" anlatıldığı bölümde siyasetten ticarete, inançlardan gelenek-göreneklere kadar bir çok şeyin de dahil olduğu futbol hikayelerinin içinde buluyorsunuz kendinizi.

Kitap Ankara'ya başlı başına bir yer ayırarak Gençlerbirliği ve Ankaragücü'ne yer verse de bu iki takımın derbi hallerinden bir şeyler bulunmuyor kitapta. Tribününe, taraftar profillerine, yönetim şekillerine, son yıllardaki hallerine, geçmişteki güzel günlerine değinilse de Ankara bölümünde bir güncellik sıkıntısı olduğu açıkça belli oluyor. Çok eskilerde kalmış konular değil, 2009 yılından 2010-2011 yıllarından hikayeler var ama o süreçten sonra Ankaragücü bambaşka bir hal aldı, Gençlerbirliği tribünleri bambaşka bir hal aldı. Ankaragücü'nün Diriliş hedefi başlı başına bir konu; böyle bir kitap için Gezi Direnişinden sonraki Gençlerbirliği tribünleri başlı başına bir konu olabilirdi.

Ama yine de Ankara sayfalarını okurken Emrah Serbes'in kitaplarında anlattığı Sakarya Caddesi'ni okur gibi "ben burayı biliyorum" tebessümü oluşuyor yüzde. Barış Bıçakçı'nın hikayelerine konu olan mekanlardan geçmiş olmanın tuhaf güzel hissi oluşuyor. Kitabın aslında derdi de güncellik değil. Karakterleri tanıtmak ve filmin devamıyla ilgili ipuçları vermek. Tıpkı Crystal Palace yazısında olduğu gibi...

Crystal Palace'ın anlatıldığı hikayede takımın 2012-2013 yılında Premier Lige çıkma isteğinden bahsediliyor. O takım 2012-2013 sezonunda eski Gençlerbirlikli Jedinak önderliğinde Premier Lig biletini de aldı. Bu sezon da yine Jedinak'ın kaptanlığından zor bir durumda olsalar da gelecek adına umutlu bir şekilde lig mücadelelerini sürdürüyorlar.

Londra ve Ada futbolunun anlatıldığı sayfalarda sadece Ziya Adnan'ın yazıları yer alıyor. Londra-Ankara karşılaştırmalı olarak bir çok örnek ve Ankara futbolu ile ilgili umutsuzlukla geçen sayfalardan sonra Ada'nın diğer takımlarının hikayelerine yer veriliyor.  Bu sayfalarda bizim adımıza öne çıkan mesaj: Avrupa'da başkentinden şampiyon çıkmayan tek başkent Ankara

Avrupa'nın Taşrasından bölümünde Malaga, Zenith,Dortmund, Napoli, Udinese gibi hikayelerle başbaşa aklıyoruz. Bu sayfalarda Udinese'yi okurken kafanızda canlanan Ankara takımını da yazının sonunda Tanıl Bora biraz da son zamanlarındaki halini iğneleyerek açık ediyor. Udinese sayfalarına başlık olarak Tanıl Bora, Bul-Oynat-Devret başlığını seçtiğine göre takım da belli oluyor zaten ilk cümlelerde.

Dünyanın Taşrasından sayfalarında da Asya'dan Afrika'dan Güney Amerika'dan hikayeler var ve bu hikayelerde de bol bol Ankara takımlarına selam gönderiliyor.

Sonraki bölüm kitap tanıtımında anlatılan "Hep parlak ışıklar altında yaşayanlar var, gözünün feri sönmüşler var..." cümlesinden devam ediyor. Unutulmuş ya da unutulmayan dediğimiz kulüpler anlatılıyor. Hacettepe, İstanbulspor, Notts County, Kocaelispor gibi bir zamanların fırtına takımlarının şimdi alt liglerdeki fırtınalara dayanma halleri hüzünlendiriyor insanı.

Son bölümde aslında ilgilisinin ezbere bildiği hikayelerin tekrarı var: Sol Kale Arkası... St.Pauli, Livorno,Acedemica,Zonguldakspor...

Hikaye iyiyse bin defa dinlesen bıkmazsın, bizimki de o hikaye! Lucarelli'yi , Hamburg'un Nazilere ölümüne direnmiş işçi mahallesini, İşçi Milli Takımını bir kez daha okumak iyi geliyor her şeye rağmen.

Kitapta belki bir İzmir esintisi eksik belki Adana Demirspor ya da başlı başına Adana Derbisi, İzmir Derbileri ama böyle başlanıldığında da sonu gelmeyecek bir yol olabilirdi. Cemal Süreya'nın "Seni bir kere öpsem ikincinin hatırı kalıyordu/İki kere öpeyim desem üçüncünün boynu bükük" sözlerindeki gibi birazda bu iş. Hatırı kalmış pek çok hikaye var kulüp hikayesi olarak ama onlar anlatılsa boynu bükük kalacak da nicesi...

Sonuç olarak iyisiyle kötüsüyle , eksiğiyle fazlasıyla kütüphanede futbol kitaplarının içinde bulunması gereken güzel bir eser olarak görüyorum bu kitabı... Futbol kitabı bulmak zor nitelikli ibr futbol kitabı bulmak daha zor, o nedenle Kimi Başrol Kimi Karakter- Kulüp Hikayeleri kitabı naçizane tavsiyemdir.