15 Ağustos 2013 Perşembe

Sıfır Hakem / Fikret Doğan - Taraf

6 hakem muhabbetleri açıldığına göre bu konuda yazılmış bence en güzel yazıyı paylaşmak istedim. Fikret Doğan'ın mükemmel yazılarından sadece biri olan bu yazı her hakem hatasında aklıma düşer. O nedenle şimdi "Sıfır Hakem" yazsının tam zamanıdır...

Başlangıçta iki takım, iki kale, iki yarı saha ve bir top vardı. Her maç büyük bir kardeşlik duygusuyla sıfır-sıfır başlardı. Simetriyi bozan tek unsur meşin yuvarlaktı; sanırım işte bu yüzden onu tekmelerdik. Harala gürele topumuzu oynar, bir anlaşmazlık çıktığında, biz oyuncular bunu kendi aramızda hallederdik, kâh tatlı dille kâh bağrış çağrış. Bazen taşkafanın teki inatçılık ederse, öfkesindeki sahiciliğe saygı duyar, “hadi bu sefer de senin gönlün olsun” deyip suyuna giderdik; hep haklı olmak değil, birlikte yaşamak önemliydi çünkü. Maç hayata tâbiydi, ondan azade bir şey değildi. Her türlü herzeyi yiyip sonra da “sahada yaşanan sahada kalır” diyemezdin öyle. Bilirdik çünkü, yaşam provası dediğimiz şey yaşamın ta kendisiydi. 

Fakat günlerden bir gün saha kenarında ipsiz sapsız bir adam peydahlandı. Diğer seyirciler gibi maçı heyecanla seyretmiyor, tam tersine ihtiraslı gözlerle sahayı süzüyordu. Elindeki köstekli saati sallayarak “Size maçın ne zaman bittiğini söyleyebilirim” dedi masum bir surat ifadesiyle. Bu yardım teklifinin ardında sinsice bir niyetin yattığı kimin aklına gelirdi ki? Ertesi gün saha kenarında dikildiğinde üzerinde takım elbise ve kravat vardı; çok önemli bir adammış gibi kabarıyordu. Derken bir gün elinde düdükle çıkageldi; artık bağırmak zorunda kalmayacakmış. Onun ne kadar tembel biri olduğunu daha o gün anlamalıydık. Sonra yine kendisi kılıklı iki kardeşini getirdi, “Bunlar çizgide dursun, anlaşmazlık çıkarsa danışırsınız” dedi. Böyle böyle yuları kaptırdığımızın farkında bile değildik.

Oysa aramızdaki mevzuları yine eskisi gibi konuşarak halledebilirdik. Şimdi ise sürekli birbirimizle didişip duruyorduk. Bunun üzerine “Bu böyle olmayacak, en iyisi ben sahanın içine gireyim, kardeşlerim de ofsayta baksınlar” dedi. Artık sadece zamanın değil, mekânın da efendisiydi; sahanın üzerindeki kuş bile ondan soruluyordu. Elindeki düdük Azrail’in orağına dönüşmüştü. Nitekim daha sonra bu adam takım elbiseyi çıkarıp kara gömlek giyecekti. Despotun tekiydi. Tanrı kelamı gibi hiçbir dediği tartışılamıyordu. Üstelik bir zamanlar rica minnet sahaya giren adam şimdi bizi sahadan atma hakkına sahipti. Dağdan gelip bağdakini kovmak diye buna denir işte. Bir gün teknik direktörler maraza çıkarıyor gerekçesiyle bekçi niyetine başka bir akrabasını daha musallat etti başımıza. Sürekli amip gibi bölünüyordu bu adam. Şimdi de kale arkalarına iki akrabasını daha yerleştirmek niyetindeydi. 

Oh ne âlâ, ofsaytları yancılara, gol ve penaltıları kale arkasındakilere, kulübedeki arızaları dördüncülere havale etmişti. Kendisi artık sıcak sudan soğuk suya elini sürmeyecek anlaşılan. Yakında ortasahaya sandalyeyi atıp, getir götür işlerine bakan çırak hakeme “hadi koçum şuradan çift kaşarlı bir tost kap gel bakiim” derse hiç şaşırmayın. Gidişat onu gösteriyor çünkü. 

Hakemin varlığı sadece birbirimize duyduğumuz güveni değil, içimizdeki dürüstlüğü de çaldı götürdü. Artık bizim için ahlak duygusunun soyunma odasında bırakılması gereken gündelik kıyafetlerden hiçbir farkı yok. Paranın bizi bozduğu söyleniyor. Doğrudur, ama hakem kadar değil. Çünkü futbolun milyonlarca insanın gözü önünde değil de sadece hakemin gözü önünde oynandığını düşünür olduk. Öğretmenin kötümcül otoritesini kopya çekerek altetmeye çalışan öğrenciler gibi biz de kurnazlığa kaçmaya başladık. Hakeme ne yedirirsek kârdır sandık, ama böyle yaparak onun gücüne güç kattığımızı hiç düşünmedik. 

Ne tuhaf, hakemin sayısıyla birlikte hatalar yüzünden kopartılan yaygara da artıyor. “Hadi biri görmedi, hadi ikisi görmedi.. altısı da mı görmedi bunların?” Hakemin sayısını arttırmak bir çözüm değil. Tam tersine başlangıç sayısına indirmelidir, yani sıfıra. Meraklanmayın, biz de en az sizin kadar dürüstüz. Eğer futbol başlangıçtaki gibi hakemsiz oynanan bir oyun olsaydı Ali Güneş o plonjonu yapmazdı. Yapsaydı bile kendi eliyle dikerdi topu penaltı noktasına. Şu anda şu anda bir futbolcunun kendini yalandan yere atması bir hakemin en doğru kararından bile daha ahlâkidir. O kara gömlekli herifin dönmemecesine defolup gittiği gün futbolun da kurtuluşudur, çünkü şeytana sattığımız ruhun geri alındığı gündür aynı zamanda.

Fikret Doğan - Taraf 
23 Eylül 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder