Ada’da Patates kıtlığı olarak tarihe geçen olay bugünlere
tahmini çok güç bir olay ile sebep-sonuç ilişkisi oluşturuyordu. Patateslere bulaşan bir hastalık İrlanda’da
sadece tarladaki değil ambarlardaki tüm patateslere de etki ediyor ve yaklaşık 5 yıl süren bir kıtlık
sonucunda bir milyon kişinin yaşamını
kaybetmesine neden oluyordu. Tarihe de Büyük İrlanda Patates Kıtlığı olarak
adını yazdıran bu hadise bölgeden de büyük göçlerin sebebini hazırlıyordu.
Bir grup İrlandalı yaşamak adına göçünün yolunu İskoçya’ya
düşürüyordu. Katolik ağırlıklı olan bu topluluk Katolik rahiplerin de
katkısıyla İskoçya’nın doğusuna yerleşiyordu. Yeniden bir düzen ve hayat kuran
halk İskoçya’daki gündelik yaşama adapte oluyordu. Bunun sonucunda da Ada’yı
saran tutkuların başında gelen futbola da kayıtsız kalamamışlardı. Rahipler ve
halk ortaklaşa olarak Katoliklerin takımı diyebileceğimiz bir futbol takımı
kurdular. Takımın tabanı yoksul halk ve mütedeyyin kilise eşrafından
oluşuyordu. 1888 yılında kurulan bu takıma Keltler’den dolayı Celtic adını verdiler ve o amansız mücadele
artık tamamen görünür kılınmaya başlamıştı.
Glasgow şehrinin halihazırda büyük bir takımı zaten
bulunuyordu. Protestanların desteklediği ve tutucu bir çevre tarafından
desteklenen Glasgow Rangers taban olarak ve hayata bakış açısı olarak
Celtic kulübünden oldukça farklı duruyordu. Başlı başına mezhepler bile bir çok
şeyi anlatırken iki takımın anlaşamadığı bir çok konu zamanla kendini
gösteriyordu. Eğer ki Glasgow'daki iki takımdan birinin hikayesini yazmak
isterseniz bir diğeri peşinizi bırakmaz, tıpkı burada olduğu gibi.
Aslında futbolda sahada hep belli sınırlar içinde kalan
çekişme saha dışında olabildiğince şiddetiyle yaşanıyordu. İlk olarak siyasi
görüş ayrılıkları İrlanda Cumhuriyet Ordusu (İRA) ve onun Birleşik Krallığa
karşı savaşıydı. Celtic taraftarları İrlanda’da kan bağı ile bile bağlı
oldukları insanların mücadelesine sempati ile bakıyor hatta kimi zaman silah ve
para yardımı yapıyordu. Glasgowlular ise bundan oldukça rahatsızdı. Bu
gerilimin birebir yaşandığı anlar ise İRA güçleri ile İngiliz güçlerinin
çatışmalarından sonra yaşanıyordu. Levent Özçağatay’ın Kuzey İrlanda ve İRA
isimli kitabında bu durum şöyle anlatılıyordu; “ İRA militanlarının ölüm
haberleri geldiğinde Glasgowlular dini sembollerini gösterebildikleri
kıyafetlerle işlerine gelir ve boyunlarına da bir Glasgow atkısı iliştirirlerdi
Celtic taraftarları ile eğlenebilmek adına”…
Sonra bu kavga kendini ülke içinde gösterdi. Tarihsel süreç
olarak Glasgowlular İngiltere’nin başını çektiği krallığı desteklerken
Celticliler her zaman bağımsız bir İskoçya hayalini kuruyorlardı. Bu çekişmeler
hala günümüzde dahi yaşanıyor ve İskoçya’nın bağımsızlık ısrarı ekonomik
nedenlerle bir süre ertelenmek durumunda kaldı, Glasgowlular halinden memnun
gözükürken Celticlilerin başını çektiği Katolikler bunu komedi olarak
görüyorlar. Ailelerin hiç birinden asla Glasgowlu-Celticli kardeşler çıkmıyor.
Bu bir nizami olmayan kimsenin açık olarak kabul etmediği alttan alta
psikolojik harp tadında geçen bir mücadele çünkü.
Celtic mücadelesine hiçbir zaman sadece futbol aracılığıyla
devam edemedi. O hep bir mezhebin sözcüsüydü adeta o yüzden de kazandığı
başarılar bir milli takımmışçasına sevinç yaratıyordu Glasgow’un doğusuna.
Bugüne gelindiğinde Rangers alt liglerde üst lige çıkmak
için gün doldururken Celtic tek başına kaldığı İskoçya liginde hiç de mutsuz
görünmüyor. Gelir gider tablosuna
bakıldığında Celtic, Rangerslı lige göre %40 zarar ediyor gözüküyor ama şuna
emin olun Celticlilerin bu umurunda değil! Yeşil Beyazlılar şampiyonlar liginde
de taraftarına unutamayacağı anlar
yaşatıyor. Önce Benfica galibiyeti ile başlayan Celtic Avrupa’da 20 maçtır deplasmanda galip
gelememe şanssızlığını da Moskova da kırıyor, Camp Nou’ya bir mucize ihtimali ve
küçük umutlarla çıkıyordu. Küçük umutların saman alevine döndüğü anlar da oldu.
Ama bu Barcelona, o bitti demeden o son sözü söylemeden kolay kolay bitmiyor
hiçbir maç. Yine öyle bir anda 90+4’te Alba beraberlik umutlarını rafa
kaldırıyor ve geride tarihe geçecek bir istatistik çizelgesi bırakıyordu. Topla
oynama yüzdesi sadece %10’da kalan
Celtic mucizeyi gerçekleştirmekten çok uzaktı belki de…
Rövanş niteliğindeki maçta İskoçlar (İrlandalı İskoçlar) bu
istatistiklerin ağırlığının altında çıkıyordu sahaya…Karşılarındakinin gücünü
teninde hissetmiş futbolcularda mucize yaratmaktan uzak bir ruh hali vardı ama
ya olursa dedirten 125. Yıl koreografisi umutları diri tutmaya çalışıyordu.
Sahadaki hiçbir futbolcu belki de yukarıda saydığım tarihi değerlere vakıf
değil. Onlar sadece Glasgow derbisinden haberdar yaşıyor ama o koreografiyi
yapan taraftarların büyük bir çoğunluğu ilk günden itibaren bu tarihin bir
parçası…Onlar hala o ilk güne göre oylarını veriyor onlar hala o ilk güne göre
her gün sosyal yaşantılarına devam ediyor. Maç yine yeşille beyazın en güzel
buluştuğu kulüplerden biri olan Celtic’in golüyle başlarken oyun profili
tamamen bir önceki maçın istatistiklerini doldurmaya başlıyordu. Barca pas
trafiğini yönetirken Celtic ise Barca topu Celtic’e verdiğinde ancak arka
arkaya paslar toplamında bir sayıya ulaşabiliyordu. 80’li dakikalara
gelindiğinde “isyan” girişiminde bulunan Celtic ikinci golü 18 yaşındaki Watt
ile bularak 2-0 öne geçiyordu. Düşler sahnesinde, düş gerçeğe mi dönüyordu
yoksa bu Barcelona ne yapacağı belli olmaz mıydı? Baskı kırılmış gibi gözükse de paslaşma
kılıcını baki tutan Barcelona yine 90+1’de Messi ile golü bulsa da ikinci bir
mucize bozgununa ne zaman vardı ne de bunun yeriydi. Bugün Celtic’in günü
olmalıydı ve buna Barcelona bile engel olamamalıydı. Öyle de oldu maçın son
düdüğü çaldığında istatistik olarak topla oynama yüzdesinde %28’lere ulaşmış bir
Celtic galibiyeti kutluyordu.
Neil Lennon sahada tüm futbolcularına tek tek sarılırken
nasıl bir tarihi ana şahitlik ettiğinin farkındaydı. Lennon bir Protestan ve
Kuzey İrlandalı; böyle bir gecede sahada takımın başında olması sadece kaderin
bir cilvesi olarak görülebilecek ve tebessüm bırakacak bir hadise…Tarih olarak
her zaman Protestanların kolaylıkla yer bulabildiği kaptanlık, teknik
direktörlük yapabildiği bir kulüp oldu zaten Celtic, Glasgow ise bir müddet
kapalı olsa da sonradan Katoliklere
ancak Celtic forması giymediği sürece tahammül edebiliyordu. Öyle ki 1989
yılında Mo Johnston Celtic’ten Glasgow’a geçtiği dönem Glasgow Mo’nun golüyle
1-0 kazanmış ama Rangerslılar maçı 0-0 olarak kabul etmişler ve gole
sevinmedikleri gibi stat çıkışında da kombinelerini ateşe vermişlerdi. O yüzden Lennon’ın durumu pek de şaşırtıcı
gelmeyecektir bu tarz nüanslardan haberdar olanlara.
125 yıl direnişin ve mücadelenin gayri resmi tarihi olarak
işledi Celtic’in hücrelerine…%95’i Protestan olan bir ülkede İrlanda’dan göçüp
gelen bir avuç insanın başlattığı kıvılcım bugün eski etkisini yitirse de hala
alevli günlerine çok da uzak olmadığını dost düşman herkes biliyor. Tribünde
eğer Barcelona maçından sonra göz yaşlarını gördüyseniz , birbirlerine
hıçkırarak sarılan insanları izlediyseniz emin olun bunun tek sebebi Barcelona
galibiyeti değil çok daha fazlasıdır…Yeri gelmişken tekrar soralım kim demiş
futbol sadece futboldur diye?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder