Travmalar…
Onlardan başlayalım önce. Benim travmam çok küçük olmama rağmen hükmen
yenilgiye dönüşen Adıyaman maçı. O travma sürecini anlatabilir misiniz önce?
Seninle
benzer şekilde Zonguldak’ta tüm bir nesil futbol konusunda ilk travmasını
Adıyamanspor maçı ile yaşadı. Tramvaya gelmeden önce o sezonun ruhunu biraz
anlatmak gerektiğini düşünüyorum. Statüyü tam olarak hatırlamıyorum ama
sanıyorum önce grup maçları oynanıyor, daha sonra ise gruplarda üst sıraları
alan takımlar play-off’a kalıyordu. Biz o yılın ve neredeyse 90’ların ikinci
yarısının tamamının 2.ligteki daimi favorisi Kartalspor ile çekişiyorduk.
Rakibin gücüne rağmen o dönemki kadro Kartalspor ile deplasmanda berabere kalıp
içeride 1-0 yenmiştik.
Bence
bu galibiyetler aynı zamanda hem takıma hem de kente çok ciddi bir ruh ve inanç
aşıladı. Play-off’lar başladığında 1.ligin favorilerinin arasında
Zonguldakspor’un da adı geçiyordu artık. İlk maçlarda bunu doğrulayan çok
sayıda sonuç alındı. Orta sahada Tümer, ileri de Doğan ve Murat inanılmaz işler
yapıyorlardı. Zonguldakspor en “paralı” rakibi Adanaspor’u muhteşem bir
atmosferde 2-1 mağlup etmişti örneğin. Önceki yıl alt lige düşen bir diğer
favori Kayserispor’u “eze eze” yenmiştik. Ancak Karabükspor maçı işleri
değiştirdi.
O
günü unutmam gerçekten mümkün değil. Normalde dershane günümdü. Babam pek sıcak
bakmazdı dershane yerine maça gitmeme ama Karabükspor maçı için böyle bir
tartışma gündeme bile gelmedi. 13:30’daki maç için saat 08.00’de stadın
önündeydik. Stat, atmosfer, tribünler her şey harikaydı. Maça da iyi başladık.
Doğan boş kaleye kolay bir gol attı. Tümer’in bir frikiği sağ 90’ın biraz
üstünden dışarı çıktı. Top ikinci kez Karabükspor kalesine girmeyi reddedince
skor da hezimet oldu ve 1-3 kaybettik.
Sonra
takım bir anda düşüşe geçti. Öyle ki takım haftalarca maç kazanamadı, Volkan
Yayın’ın yerine Hüsnü Özkara göreve getirildi. Kiminle oynadığımızı
hatırlamıyorum ama Hüsnü Özkara yönetimindeki ilk maçta 2-2 berabere kalmıştık.
Görece bir toparlanma yaşasak da sezonu çok uzun bir süre ilk ikide götüren
takım ancak birinci lige terfi maçlarına kalabildi. Ayrıca şunu da belirteyim,
son hafta Karabükspor ile deplasmanda oynanan maç kazanılsaydı, Kayserispor’un
yerine birinci lige doğrudan Zonguldakspor çıkacaktı. Ancak takım, birinci lige
çıkmayı garantilemiş Karabükspor karşısında hiçbir direnç gösteremedi ve 5 gol
yedi.
Anlattığım
tüm bu gelişmelerin senin bahsettiğin travmaya zemin hazırladığı kanısındayım.
Ama yine de kent takıma olan inancını kaybetmedi. Antalya’ya favori olarak
giden takım yine Zonguldakspor’du. Terfi maçlarında oynanan tüm rakipleri sezon
içinde mağlup eden Zonguldakspor’un bir şekilde birinci lige çıkacağına olan
inanç tamdı. Adıyamanspor maçı ile bu inanç oldukça güçlenmişti. Ancak ne yazık
ki “birileri” buna izin vermedi.
Peki
o maçta bir kasıt ya da kibar tabiriyle “bile bile” yapılmış olma ihtimali
sizce ne kadar?
Ben
o maçta kesinlikle “bile bile lades” yapıldığını düşünüyorum. Bu düşüncemi
Şemsi Denizer’in bizzat yaptığı bir konuşma doğruluyor. Denizer’in öldürüldüğü
gece Genel Maden İşçileri Sendikası’nın genel kurulu nedeniyle bir yemek
verilmişti. O yemekte yapılan bir konuşmada Zonguldakspor’dan söz açıldığında
Denizer’in Adıyamanspor maçında bir yöneticinin yönlendirmesi ve ısrarıyla
Erkan’ın oyuna girdiği ve kendisinin bunu çok sonra öğrendiğini söylediğini
birinci ağızdan duyduğumu söyleyebilirim. O yöneticinin kim olduğunu biliyorum.
Kendisi daha sonra Zonguldak’tan Mersin’e taşınıp orada hayatını kaybetti. O
yüzden açıklamayı uygun bulmuyorum.
O
maçtan sonra şehirde bir küskünlük oldu mu?
Olmaması
düşünülemezdi. Düşünün, bir yıl önce hayalleriniz sonraki sene Fenerbahçe’yi,
Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı Zonguldak’ta konuk etmek, onlara sahayı dar etmekken
bir de bakıyorsunuz ki çaba gösterdiğiniz her şey elinizden kayıp gitmiş. Bu
durum kulübe de taraftara da yansıdı. Takımın yıldızlarının çoğu bedelsiz
olarak başka takımlara transfer oldu. O dönemin efsanevi kadrosu dağıldı.
Yönetim, biraz popülizm adına biraz da takımı yeniden ayağa kaldırmak için
önceki yılın en iyi oyuncularından forvet Tansu’yu transfer etti Kuşadası’ndan.
O dönemin en gözde isimlerinden biriydi Tansu. Ama buna rağmen başarı gelmedi.
Düşünün, önceki yıl birinci ligin kapısından dönen takım bir yıl sonra dünya
karmasına giden ilk Türk futbolcu İsa Ertürk’ün yönetiminde ikinci ligde
kaldığı için sevinir hale gelmişti. Sonra Zonguldakspor bir dönem “menajer
takımı” furyasına mahkum edildi. Bülent Uygun’un liderliğinde bir “veteran”
takımı kuruldu. Bu yeni oluşum takımın gelir-gider dengesi alt üst etti. Yine
de bu girişim taraftarı stada yeniden soktu diyebiliriz. O dönemki maçlara
(biraz da meraktan) oldukça ilgi gösterildi. Ama sonuç yine hüsran oldu. Bunu
herkesin malumu olan düşüşler, Telekom faciasına benzer yükseliş çabaları ve
yeniden düşüşler takip etti.
Türkiye’de
işçi olmanın tarihinin Zonguldak’ın tarihiyle eş olduğunu söyleyebiliriz. Bu
ülkede Osmanlı dönemi de dahil olmak üzere çalışma yaşamını düzenleyen yasalar
bile önce Zonguldak için hazırlanıp Zonguldak için yürürlüğe girmiştir. Elbette
tek sebep bu değil işçi milli takımı unvanı için. Ben bu konuda birçok işçi
kentinde olmayan ama Zonguldak’ta olan bir havanın da etkili olduğu
kanısındayım. Bugün “Fener” olarak adlandırılan bölge bilindiği gibi bir
zamanlar Levantenlere ev sahipliği yapıyordu. Çok sayıda spor alanıyla birlikte
(tenis, at yarışları vb.) futbol sahaları da Zonguldak’a o dönemden miras kalmış.
Büyüklerden, özellikle Fransızların burada haftalık maçlar yaptığını çokça
işitmiştim. Tabii bu dönemde gerçek anlamda tek işçi kentinin Zonguldak olması
da önemli böyle bir unvanın kendiliğinden ortaya çıkmasına ön ayak oluyor. Çok
uzatmayayım. Tüm bu gelişmeler birbirini takip edince önce 1942 yılında
Kömürspor adında “mahalli” bir yapı kuruluyor. Bu yapının üzerine ilerleyen
dönemlerde yeni taşların koyulması da 1966 yılında Zonguldakspor’u doğuruyor.
Bu bakımdan Zonguldakspor, hiç de azımsanmayacak bir tarihe sahip. Ama iş
bununla da bitmiyor. Türkiye’de gerçek anlamda bir işçi sınıfının oluştuğu
1970’li yıllarda kentte işçi hareketinin yükselmesine paralel olarak
Zonguldakspor da güçleniyor. Bu doğal bir durum aslında. Çünkü Türkiye
Taşkömürü Kurumu’nun her çalışanı aynı zamanda Zonguldakspor’un da bir üyesi.
Çalışanların sayısı arttıkça üyeler, üyelerin sayısı arttıkça da gelirler
artıyor. Böyle olunca da takım güçleniyor. Bir de kent nüfusunun neredeyse
tamamının bir şekilde TTK’na bağlı çalışanlar olduğunu düşündüğümüze takım-kent
bütünleşmesi de kendiliğinden gerçekleşmiş oluyor. Bunun yansımaları 1990’daki
Büyük Maden Grevi’nde görüldü zaten.
Peki Büyük Madenci Grevi demişken, öyle
güçlü bir deneyimin bugüne tezahürü nedir Zonguldakspor adına ya da Zonguldak
şehri adına?
Zonguldak’ın
ve Zonguldakspor’un gerilemesinde iğne-çuvaldız metaforunda sermayeyle birlikte
sendikanın da payını olduğunu söylemek gerek. Bugün büyük bir inançla ve
coşkuyla anılan Büyük Maden Grevine rağmen kentte bugün sendikacılığın yerinde
yeller esmesinin Zonguldakspor’u etkilemeyeceğini kimse iddia edemez. Özellikle
Şemsi Denizer’in bu noktada oldukça iyi değerlendirilmesi gerektiğini
düşünüyorum. Herkesin “bizden biri” olarak gördüğü Denizer nasıl oldu da bir
anda ülkenin en “zengin” sendikacılarından biri oldu? Bu ilerlemede Ankara
yürüyüşünden vazgeçilmesi etkili midir? Bu soruları sormak gerekir. Türkiye’de
sendikalar demokrasinin gerilemesinden söz ederken her nedense kendi içlerinde
bu gibi sorgulamaları gerçekleştirmiyorlar. Zonguldak’ta sendikacılık öyle
bürokratik bir yapıya sahip ki Denizer’in öldürülmesinden sonra çeşitli
sıfatlarla sendikada görev alan Denizer’e yakın isimler koltuklarını
kaybettikten sonra bir anda kente, sendikaya ve Zonguldakspor’a düşman oldular.
Ben işin bu kısmının da değerlendirilmesi gerektiği kanısındayım.
İşçi
Milli Takımı kısmına dönersek, işçi diyoruz ama yönetim özel maden
şirketi sahibi kişilerin elinde ve çoğu kez ulusal basın bangır bangır
bağırmasa da birçok madenci yaşamını kaybediyor… Bu noktada kimlikle ilgili bir
ironi oluştuğunu düşünüyor musunuz?
Bir
ironinin olduğu açık. Bu ironinin geçmişini Türkiye’nin “Özallı” yıllarına
götürmek gerekir. Özal’ın ve onun “örnek aldığı” Margaret Thatcher’ın sıkça
tartışıldığı bugünlerde sorduğun sorunun çok yerinde ve anlamlı olduğunu
düşünüyorum. Thatcher gibi Özal da ilk olarak yerli sermayenin desteğini almak
suretiyle değerli maden kaynaklarının özelleştirilmesini hedeflemişti.
Türkiye’de maden deyince akla gelen ilk yer Zonguldak’tı. 1980’lerin
ortalarında bu konuda ilk girişimler yapıldı. O dönem darbe yönetimi tarafından
çıkarılan kanunların da etkisiyle kısmi özelleştirmeler gerçekleştirildi.
Uygulanan kanunların grevi yasaklaması ve imzalanacak toplu iş sözleşmelerini
kamu erkinin keyfi kararlarına bağımlı kılması bu süreçte Özal’ın en büyük
destekçileri olmuştu. Ancak zaman geçtikçe kent konuyu yavaş yavaş anlamaya,
kavramaya başladı ve bugün herkesin malumu olan Büyük Maden Grevi
gerçekleştirildi. Grevle birlikte kentin simge adamı haline gelen Şemsi Denizer
önce sendika içerisinde yükseldi, sonra da Zonguldakspor’un başına geçti. Bu
durum “işçi milli takımı” unvanını güçlendirdi.
Sonra
görüldü ki, grevle birlikte elde edilen “kazanımların” aslında hiçbir anlamı
yokmuş! Ve Zonguldak kenti çoktan özel sermayeye kapılarını açmış. İşte bu
kapıların açılması ve uygulanan ekonomi politikaları nedeniyle kamu sektörüne
yatırım yapılmaması her geçen yıl daha fazla madencinin ölmesine neden oldu.
Bir örnek vereyim; 2008 yılında Zonguldak ile ilgili yaptığım bir tebliğ
çalışmasında şunu öğrendim; Kozlu’daki maden ocaklarında 1978 yılından kalma
gaz analiz setleri kullanılıyormuş ve 1992 yılındaki “faciaya” rağmen bu setler
yenilenmemiş. Düşünün gelinen durumu.
Kamuda
durum bu iken yukarıda belirttiğim gibi kentin kollarını özel sektöre açması
yeni zenginlerin de palazlanması sonucunu doğurdu. Tabii birçok özel sektör
işletmesinde olduğu gibi Zonguldak’ta da bu yeni zenginler elde edecekleri bir
kuruş daha fazla karı bir işçinin canından daha değerli gördükleri için senin
de bahsettiğin iş kazaları arttı ve günlük yaşamın “olağan” bir parçası olarak
görülmeye başlandı.
Halk
bu unvana sahip olmanın gururunu yaşarken, bu olanlara karşı ufak da olsa bir
tepki duyuyor mu?
Halkın
Zonguldak’da madencilik alanında yaşananlara karşı tepki duyduğunu
düşünmüyorum.
Öncelikle
kent-futbol takımı bağlamında bir örnek vereyim; röportajın başında
konuştuğumuz o büyük travmanın yaşandığı yıllarda Zonguldakspor’un tribün
liderlerinin önemli bir kısmı eğitimlerine büyük kentlerdeki üniversitelerde
devam eden kişilerden oluşmaktaydı. Bunların içerisinden benim de tanıdığım ve
“ağabey” olarak bildiğim çok sayıda insan var. Bu insanlar sırf Zonguldakspor
için iki haftada bir memleketlerine gelirlerdi. Aralarında bu nedenle
eğitimlerini uzatmış bir sürü insan dahi vardı. Ve neredeyse hepsinin ortak
noktası ebeveynlerinin TTK’nda yahut benzeri kurumlarda çalışmasıydı. Yani
insanlar sadece kentlerine, takımlarına değil, bir anlamda ailelerine,
geçmişlerine ve geleceklerine sahip çıkmak için geliyorlardı Zonguldak’a. Ancak
o malum travma bu yapıyı değiştirdi. Takip eden süreçte Zonguldakspor
tribünlerini apolitik, kentin kimliğinden uzaklaşmış, tek dertleri Gazipaşa
caddesinde kırmızı-lacivert atkılarla dolaşmak olan kişiler yönlendirmeye
başladılar.
Aynı
süreçte, özendirici emeklilik, toplu işten çıkarmalar vb. aracılığıyla
1990’larda 60.000’ler civarında olan işçi sayısı 20.000’in altına düşürüldü. Bu
durum Zonguldak’ı en fazla göç veren kentlerden biri haline getirdi ve
geçmişte; kentine, takımına sahip çıkan insanlar memleketlerini arkalarında bırakıp
gittiler. İşçi kenti Zonguldak yerini yeni bir kompozisyona bırakırken
Zonguldakspor da işçi milli takımı statüsünden iş yaratılamayan, iş olmayan ve
iş bulunmayan bir kentin takımı olma yolunda evrim sürecine girdi. İşte bu
süreçte daha önce sözünü ettiğim yeni zenginler devreye girdiler ve
Zonguldakspor’u kendi “işleri” için bir araç olarak kullanmaya başladılar.
Bunda başarılı da oldular.
Gelelim
bugüne… Aslında iş çok kolaylaşmıştı… Bu iş oluyor galiba dediğimiz anda Bartın
maçıyla beraber bir düşüş başladı. Ama her şeye rağmen Adliye maçından herkes
emindi. Adliye maçına kadar olan 2 haftalık süreç nasıl gelişti? Yine bir art
niyet olma ihtimali var mı?
Güncel
gelişmeler ile ilgili olarak bir komplo teorisi yazamam. Ama bana göre bu
takımın şampiyonluğu kaybetmesinde dışarıdan değil içeriden birilerinin mutlaka
dahli var. Kendisini kentin ve takımın sahibi olarak gören çevreler takımın
şampiyon olmamasını “uygun görmüş” olabilirler.
Son
travma… Adliye maçında ne oldu, nasıl oldu da şampiyonluk gitti?
Açıkçası
bu son durumun bir mantık çerçevesinde açıklanabileceğini düşünmüyorum. Daha
doğrusu ben açıklayamıyorum. Son dört haftaya açık ara farkla giriyorsunuz, iki
kez şampiyonluğu garantileyebileceğiniz maçlara çıkıyorsunuz. Ligin son
haftasında ikinci sırada bulunan rakibinizi kendi sahanızda konuk ediyorsunuz.
Rakip daha kente gelirken baskı altına alınıyor. 20.000 kişi tribünde,
10.000’den fazla kişi stadın etrafında maçı izliyor. Öne geçiyorsunuz. Ama son
dört dakikada yediğiniz iki golle rakibinizi şampiyon yapıyorsunuz. Gerçekten
bu yaşananları açıklama gücüne ve yeteneğine sahip olduğumu düşünmüyorum.
Peki
bu travmanın atlatılması ne kadar sürer? Ya da atlatılır mı? 96-97’yi
hala hatırlıyoruz…
Ne
yazık ki ben Zonguldakspor’un bundan sonra Göztepe örneğinde olduğu gibi bir
“satın alma” yolu kullanılmadıkça yeniden dirilebileceğini zannetmiyorum. Böyle
bir şey olursa da takım ve kent zaten uzaklaştığı “işçi milli takımı” kimliğine
bir daha asla bürünemez.
İşçi
takımı unvanı ve “patronlar”… Bu ikisinin bir arada olamayacak oluşu mu bir
engel acaba?
Bu
soruya şöyle yanıt vereyim; bir gün önce işlettiği veya işlettirdiği “kaçak”
maden ocağında yaşanan göçük veya patlama nedeniyle bir veya daha fazla sayıda
işçinin ölümünden, kadınların eşsiz, çocukların babasız kalmasından sorumlu
olan insanlar bir gün sonra “şeref” tribününde Zonguldakspor’un bir madencinin
arkasından sahaya çıkmasını alkışlayabiliyorlar. Bu noktada ben bir soru
sorayım; sence bir çelişki yok mu?
Çözümü
ne peki? Mesela Karabük’te de bir sendika destek oluyor takıma? Sendikanın
rengi önemli burada, amiyane tabirle sarı ya da kızıl gibi?
Karabükspor
meydanı boş bolunca işçi milli takımı unvanını hak etmediği bir şekilde ele
geçirdi ne yazık ki. Burada sendikanın sarı, veya sarımtırak olmasının da
etkisi büyük! İşçileri için mücadele vermeyen bir sendika Karabükspor’a
“sponsor” olabiliyor yani! Bu noktada çok fazla nesnel olamayacağım için şunu
söyleyerek yorumu okuyuculara bırakmak istiyorum: 1990 Büyük Maden Grevi’nde Türkiye’de
her sektörden işçiler madencilerle kucaklaşırken destek vermeyen yerlerin
başında Kardemir işçileri geliyordu. Sanırım yanıtım yeterince açık olmuştur.
Son
olarak da gelecek ile ilgili ne düşünüyorsunuz Zonguldak şehri ve futbolu
için?
Zonguldak’ı
gerçekten çok sevdiğimi söyleyerek başlamak istiyorum bu son sorunun yanıtına.
Son 10 yılda çok uzun bir süre İzmir’de, kısa sayılmayacak sürelerde
İstanbul’da ve 3 yıl da Ankara’da yaşadım. Türkiye’nin üç büyük kentinde de
yaşadım anlayacağın. Ama hiçbir yer tutmuyor Zonguldak’ın yerini. Öyle basit
bir memleket sevgisi değil bu. Zonguldaklı olanlar, Zonguldak’ı yanlarında her
yere götürmek isterler. Şu anda bu röportajı yanıtladığım işyerimdeki masamda
iki tane madenci heykeli var örneğin. Ben, sevdiğim insanlara ilk olarak
madenci heykeli hediye etmeye çalışan biriyim. Evimin her tarafında
Zonguldak’ı, Zonguldakspor’u anlatan kitaplar, bayraklar, heykeller vs. mevcut.
Ama tüm bu sevgime karşın Zonguldak için bir gelecek olduğunu düşünmüyorum. Şöyle
örnekleyeyim; acaba kaç kişi çocukluk ve gençlik yıllarında bu kadar çok
arkadaşının (dolayısıyla da ailenin) başka yerlere taşındığına tanık olmuştur?
Biz 1980’li ve 1990’lı yılların Zonguldaklıları çok yaşadık bu durumu.
Madencilik bittikçe kent bitti. Kent bittikçe insanlar gitti ve Zonguldak
bugünkü haline geldi. Ortaokul ve lise döneminden görüştüğüm arkadaşlarımın
hiçbiri Zonguldak’ta yaşamıyor bugün. Kent, bayram ve cenaze dönemlerinde
buluşulan bir yer halini aldı. Ben bir gencin, özellikle de yükseköğrenim
alanların kendilerine Zonguldak’ta bir gelecek çizebileceklerine ihtimal
veremiyorum. Elbette tüm bu olumsuzluklar Zonguldakspor’u da etkiliyor. Daha
önce belirttiğim gibi bir ihtimal Zonguldakspor başka takımlardan evrilerek
yeniden Türk futbol hayatındaki yerini alabilir. Ancak bunun geçmiş dönemle
uyumlu olacağını asla söyleyemem.
Yazida "son travma" dan bahsederken bahsettiginiz "kacak ocak isleten veya islettiren patron" biliniz ki su an Zonguldak rodevans usulu isletilen 20 kusur sahada 5000e yakin iscinin resmi statude ekmek yiyebilmesini saglayan kisidir. 80lerin sonu 90larin basinda kostebek yuvasi gibi ocaklarin isletildigi sahalari resmi olarak isletebilmek icin Ankaraya gidip servetinin ciddi miktarini harcamis ve bastirip bu hakkli almistir. Bu sahalardan yillar icinde devletin sosyal guvenlik sistemine(sgk primi), TTK ya(rodevans bedeli) , Ankaraya(vergi) olarak sizin telafuz bile edemeyeceginiz trilyonlarca lira odenmis ve reel ekonomik bir hacim yaratilmistir.
YanıtlaSilBu takimin sampiyon olmasini bu yonetimin "uygun gormeyebilecegi" ni dusunmek paranoyaklik degil ise mufteriliktir/iftiraciliktir.
Allah bu servet/zengin dusmani sosyalist romantizmin belasini versin diyorum.
5000 kişiye ekmek veren kişi herhalde babasının hayrına iş vermedi. o ocaklara kendi çoluğu çocuğuyla girip çalışacak aşiret nüfusuna sahip de değil. 5000 kişi, kimseden bedava ekmek almıyor. asgari ücretten hallice ücretlerle emeklerini sağlıklarını ve hatta ölümü göze alarak yaşamlarını bir avuç insana sömürtüyorlar. yorumlarınızı yazarken gerçekçi ve vicdanlı olun.
YanıtlaSilröportaj sahibini gerçekçi tespitleri ve sahip olduğu entelektüel bilgi donanımından ötürü kutluyorum.
Zamaninda kendisi ve coluk cocugu ile calisti, bir yegeni metan patlamasinda oldu, kimseyi de sopa zoruyla calistirmadi. Vicdan olun diyorsun "bir avuc insani somuruyor " diyorsun. Once sen vicdanli ol ve "ezbere" konusma.
Silson bir ekleme daha...
YanıtlaSilmaçın satıldığını vb yorumlar tamamen hayalperest komplo teorilerinden ibarettir. çünkü son dakika da direkten dönen 2 şut bunun ispatı. şampiyonluğun kaçırılmasına sebep olan şey yönetimin yanlış teknik ekip ve futbolcu transferidir. o yüzden "birilerti istemedi" gibi senaryolar fantastik beyanlardan öteye geçmez...
saygılar..
Zamaninda kendisi ve coluk cocugu ile madende calisan biri bu kadar kisa bir sürede nasil bu kadar zenginleşebilmiştir? Emek,alinteri vb. bunlar icin yeterlimidir.
YanıtlaSilBayim 35 senedir calisiyoruz, sizlerde islerinize bakin artik, varsa.
Siltesekkurler
YanıtlaSilpaylaşım için teşekkürler
YanıtlaSil