25 Nisan 2013 Perşembe

Röportaj | Zonguldakspor ve Travmalar

Zonguldakspor-Adliyespor maçının yankıları basında durulmuş gibi gözükse de Zonguldaklıların belki de çok uzun yıllar unutamayacağı bir travma olarak hafızalarında yer etti. Zonguldaklıların yabancı olmadığı bu travma durumunu kendisi Zonguldaklı ve iyi birZonguldakspor taraftarı olan Mehmet Atilla Güler ile konuştuk. Mehmet Atilla Güler, Gazi Üniversite'sinde halen Araştırma Görevlisi ve Sosyal Politika , Küreselleşme ve Sosyal Dışlanma alanlarına da oldukça hakim. Kendisiyle Zonguldakspor ile ilgili yazdığı bir yazı üzerine tanıştık. Ve mail yoluyla böyle bir söyleşi gerçekleştirdik...

(1996-1997 sezonunda PlayOff yarı finali oynayan takım)

Travmalar… Onlardan başlayalım önce. Benim travmam çok küçük olmama rağmen hükmen yenilgiye dönüşen Adıyaman maçı. O travma sürecini anlatabilir misiniz önce?

Seninle benzer şekilde Zonguldak’ta tüm bir nesil futbol konusunda ilk travmasını Adıyamanspor maçı ile yaşadı. Tramvaya gelmeden önce o sezonun ruhunu biraz anlatmak gerektiğini düşünüyorum. Statüyü tam olarak hatırlamıyorum ama sanıyorum önce grup maçları oynanıyor, daha sonra ise gruplarda üst sıraları alan takımlar play-off’a kalıyordu. Biz o yılın ve neredeyse 90’ların ikinci yarısının tamamının 2.ligteki daimi favorisi Kartalspor ile çekişiyorduk. Rakibin gücüne rağmen o dönemki kadro Kartalspor ile deplasmanda berabere kalıp içeride 1-0 yenmiştik.
Bence bu galibiyetler aynı zamanda hem takıma hem de kente çok ciddi bir ruh ve inanç aşıladı. Play-off’lar başladığında 1.ligin favorilerinin arasında Zonguldakspor’un da adı geçiyordu artık. İlk maçlarda bunu doğrulayan çok sayıda sonuç alındı. Orta sahada Tümer, ileri de Doğan ve Murat inanılmaz işler yapıyorlardı. Zonguldakspor en “paralı” rakibi Adanaspor’u muhteşem bir atmosferde 2-1 mağlup etmişti örneğin. Önceki yıl alt lige düşen bir diğer favori Kayserispor’u “eze eze” yenmiştik. Ancak Karabükspor maçı işleri değiştirdi.
O günü unutmam gerçekten mümkün değil. Normalde dershane günümdü. Babam pek sıcak bakmazdı dershane yerine maça gitmeme ama Karabükspor maçı için böyle bir tartışma gündeme bile gelmedi. 13:30’daki maç için saat 08.00’de stadın önündeydik. Stat, atmosfer, tribünler her şey harikaydı. Maça da iyi başladık. Doğan boş kaleye kolay bir gol attı. Tümer’in bir frikiği sağ 90’ın biraz üstünden dışarı çıktı. Top ikinci kez Karabükspor kalesine girmeyi reddedince skor da hezimet oldu ve 1-3 kaybettik.
Sonra takım bir anda düşüşe geçti. Öyle ki takım haftalarca maç kazanamadı, Volkan Yayın’ın yerine Hüsnü Özkara göreve getirildi. Kiminle oynadığımızı hatırlamıyorum ama Hüsnü Özkara yönetimindeki ilk maçta 2-2 berabere kalmıştık. Görece bir toparlanma yaşasak da sezonu çok uzun bir süre ilk ikide götüren takım ancak birinci lige terfi maçlarına kalabildi. Ayrıca şunu da belirteyim, son hafta Karabükspor ile deplasmanda oynanan maç kazanılsaydı, Kayserispor’un yerine birinci lige doğrudan Zonguldakspor çıkacaktı. Ancak takım, birinci lige çıkmayı garantilemiş Karabükspor karşısında hiçbir direnç gösteremedi ve 5 gol yedi.
Anlattığım tüm bu gelişmelerin senin bahsettiğin travmaya zemin hazırladığı kanısındayım. Ama yine de kent takıma olan inancını kaybetmedi. Antalya’ya favori olarak giden takım yine Zonguldakspor’du. Terfi maçlarında oynanan tüm rakipleri sezon içinde mağlup eden Zonguldakspor’un bir şekilde birinci lige çıkacağına olan inanç tamdı. Adıyamanspor maçı ile bu inanç oldukça güçlenmişti. Ancak ne yazık ki “birileri” buna izin vermedi.

Peki o maçta bir kasıt ya da kibar tabiriyle “bile bile” yapılmış olma ihtimali sizce ne kadar?

Ben o maçta kesinlikle “bile bile lades” yapıldığını düşünüyorum. Bu düşüncemi Şemsi Denizer’in bizzat yaptığı bir konuşma doğruluyor. Denizer’in öldürüldüğü gece Genel Maden İşçileri Sendikası’nın genel kurulu nedeniyle bir yemek verilmişti. O yemekte yapılan bir konuşmada Zonguldakspor’dan söz açıldığında Denizer’in Adıyamanspor maçında bir yöneticinin yönlendirmesi ve ısrarıyla Erkan’ın oyuna girdiği ve kendisinin bunu çok sonra öğrendiğini söylediğini birinci ağızdan duyduğumu söyleyebilirim. O yöneticinin kim olduğunu biliyorum. Kendisi daha sonra Zonguldak’tan Mersin’e taşınıp orada hayatını kaybetti. O yüzden açıklamayı uygun bulmuyorum.

O maçtan sonra şehirde bir küskünlük oldu mu?

Olmaması düşünülemezdi. Düşünün, bir yıl önce hayalleriniz sonraki sene Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı Zonguldak’ta konuk etmek, onlara sahayı dar etmekken bir de bakıyorsunuz ki çaba gösterdiğiniz her şey elinizden kayıp gitmiş. Bu durum kulübe de taraftara da yansıdı. Takımın yıldızlarının çoğu bedelsiz olarak başka takımlara transfer oldu. O dönemin efsanevi kadrosu dağıldı. Yönetim, biraz popülizm adına biraz da takımı yeniden ayağa kaldırmak için önceki yılın en iyi oyuncularından forvet Tansu’yu transfer etti Kuşadası’ndan. O dönemin en gözde isimlerinden biriydi Tansu. Ama buna rağmen başarı gelmedi. Düşünün, önceki yıl birinci ligin kapısından dönen takım bir yıl sonra dünya karmasına giden ilk Türk futbolcu İsa Ertürk’ün yönetiminde ikinci ligde kaldığı için sevinir hale gelmişti. Sonra Zonguldakspor bir dönem “menajer takımı” furyasına mahkum edildi. Bülent Uygun’un liderliğinde bir “veteran” takımı kuruldu. Bu yeni oluşum takımın gelir-gider dengesi alt üst etti. Yine de bu girişim taraftarı stada yeniden soktu diyebiliriz. O dönemki maçlara (biraz da meraktan) oldukça ilgi gösterildi. Ama sonuç yine hüsran oldu. Bunu herkesin malumu olan düşüşler, Telekom faciasına benzer yükseliş çabaları ve yeniden düşüşler takip etti.


İşçi milli takımı unvanı… Bu unvanın kazanılış süreci ya da artık böyle bir algılanmanın olma süreci nasıl gerçekleşti?

Türkiye’de işçi olmanın tarihinin Zonguldak’ın tarihiyle eş olduğunu söyleyebiliriz. Bu ülkede Osmanlı dönemi de dahil olmak üzere çalışma yaşamını düzenleyen yasalar bile önce Zonguldak için hazırlanıp Zonguldak için yürürlüğe girmiştir. Elbette tek sebep bu değil işçi milli takımı unvanı için. Ben bu konuda birçok işçi kentinde olmayan ama Zonguldak’ta olan bir havanın da etkili olduğu kanısındayım. Bugün “Fener” olarak adlandırılan bölge bilindiği gibi bir zamanlar Levantenlere ev sahipliği yapıyordu. Çok sayıda spor alanıyla birlikte (tenis, at yarışları vb.) futbol sahaları da Zonguldak’a o dönemden miras kalmış. Büyüklerden, özellikle Fransızların burada haftalık maçlar yaptığını çokça işitmiştim. Tabii bu dönemde gerçek anlamda tek işçi kentinin Zonguldak olması da önemli böyle bir unvanın kendiliğinden ortaya çıkmasına ön ayak oluyor. Çok uzatmayayım. Tüm bu gelişmeler birbirini takip edince önce 1942 yılında Kömürspor adında “mahalli” bir yapı kuruluyor. Bu yapının üzerine ilerleyen dönemlerde yeni taşların koyulması da 1966 yılında Zonguldakspor’u doğuruyor. Bu bakımdan Zonguldakspor, hiç de azımsanmayacak bir tarihe sahip. Ama iş bununla da bitmiyor. Türkiye’de gerçek anlamda bir işçi sınıfının oluştuğu 1970’li yıllarda kentte işçi hareketinin yükselmesine paralel olarak Zonguldakspor da güçleniyor. Bu doğal bir durum aslında. Çünkü Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun her çalışanı aynı zamanda Zonguldakspor’un da bir üyesi. Çalışanların sayısı arttıkça üyeler, üyelerin sayısı arttıkça da gelirler artıyor. Böyle olunca da takım güçleniyor. Bir de kent nüfusunun neredeyse tamamının bir şekilde TTK’na bağlı çalışanlar olduğunu düşündüğümüze takım-kent bütünleşmesi de kendiliğinden gerçekleşmiş oluyor. Bunun yansımaları 1990’daki Büyük Maden Grevi’nde görüldü zaten.


Peki Büyük Madenci Grevi demişken, öyle güçlü bir deneyimin bugüne tezahürü nedir Zonguldakspor adına ya da Zonguldak şehri adına?

Zonguldak’ın ve Zonguldakspor’un gerilemesinde iğne-çuvaldız metaforunda sermayeyle birlikte sendikanın da payını olduğunu söylemek gerek. Bugün büyük bir inançla ve coşkuyla anılan Büyük Maden Grevine rağmen kentte bugün sendikacılığın yerinde yeller esmesinin Zonguldakspor’u etkilemeyeceğini kimse iddia edemez. Özellikle Şemsi Denizer’in bu noktada oldukça iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Herkesin “bizden biri” olarak gördüğü Denizer nasıl oldu da bir anda ülkenin en “zengin” sendikacılarından biri oldu? Bu ilerlemede Ankara yürüyüşünden vazgeçilmesi etkili midir? Bu soruları sormak gerekir. Türkiye’de sendikalar demokrasinin gerilemesinden söz ederken her nedense kendi içlerinde bu gibi sorgulamaları gerçekleştirmiyorlar. Zonguldak’ta sendikacılık öyle bürokratik bir yapıya sahip ki Denizer’in öldürülmesinden sonra çeşitli sıfatlarla sendikada görev alan Denizer’e yakın isimler koltuklarını kaybettikten sonra bir anda kente, sendikaya ve Zonguldakspor’a düşman oldular. Ben işin bu kısmının da değerlendirilmesi gerektiği kanısındayım.

İşçi Milli Takımı kısmına dönersek, işçi diyoruz ama yönetim özel  maden şirketi sahibi kişilerin elinde ve çoğu kez ulusal basın bangır bangır bağırmasa da birçok madenci yaşamını kaybediyor… Bu noktada kimlikle ilgili bir ironi oluştuğunu düşünüyor musunuz?

Bir ironinin olduğu açık. Bu ironinin geçmişini Türkiye’nin “Özallı” yıllarına götürmek gerekir. Özal’ın ve onun “örnek aldığı” Margaret Thatcher’ın sıkça tartışıldığı bugünlerde sorduğun sorunun çok yerinde ve anlamlı olduğunu düşünüyorum. Thatcher gibi Özal da ilk olarak yerli sermayenin desteğini almak suretiyle değerli maden kaynaklarının özelleştirilmesini hedeflemişti. Türkiye’de maden deyince akla gelen ilk yer Zonguldak’tı. 1980’lerin ortalarında bu konuda ilk girişimler yapıldı. O dönem darbe yönetimi tarafından çıkarılan kanunların da etkisiyle kısmi özelleştirmeler gerçekleştirildi. Uygulanan kanunların grevi yasaklaması ve imzalanacak toplu iş sözleşmelerini kamu erkinin keyfi kararlarına bağımlı kılması bu süreçte Özal’ın en büyük destekçileri olmuştu. Ancak zaman geçtikçe kent konuyu yavaş yavaş anlamaya, kavramaya başladı ve bugün herkesin malumu olan Büyük Maden Grevi gerçekleştirildi. Grevle birlikte kentin simge adamı haline gelen Şemsi Denizer önce sendika içerisinde yükseldi, sonra da Zonguldakspor’un başına geçti. Bu durum “işçi milli takımı” unvanını güçlendirdi.
Sonra görüldü ki, grevle birlikte elde edilen “kazanımların” aslında hiçbir anlamı yokmuş! Ve Zonguldak kenti çoktan özel sermayeye kapılarını açmış. İşte bu kapıların açılması ve uygulanan ekonomi politikaları nedeniyle kamu sektörüne yatırım yapılmaması her geçen yıl daha fazla madencinin ölmesine neden oldu. Bir örnek vereyim; 2008 yılında Zonguldak ile ilgili yaptığım bir tebliğ çalışmasında şunu öğrendim; Kozlu’daki maden ocaklarında 1978 yılından kalma gaz analiz setleri kullanılıyormuş ve 1992 yılındaki “faciaya” rağmen bu setler yenilenmemiş. Düşünün gelinen durumu.
Kamuda durum bu iken yukarıda belirttiğim gibi kentin kollarını özel sektöre açması yeni zenginlerin de palazlanması sonucunu doğurdu. Tabii birçok özel sektör işletmesinde olduğu gibi Zonguldak’ta da bu yeni zenginler elde edecekleri bir kuruş daha fazla karı bir işçinin canından daha değerli gördükleri için senin de bahsettiğin iş kazaları arttı ve günlük yaşamın “olağan” bir parçası olarak görülmeye başlandı.

Halk bu unvana sahip olmanın gururunu yaşarken, bu olanlara karşı ufak da olsa bir tepki duyuyor mu?

Halkın Zonguldak’da madencilik alanında yaşananlara karşı tepki duyduğunu düşünmüyorum.
Öncelikle kent-futbol takımı bağlamında bir örnek vereyim; röportajın başında konuştuğumuz o büyük travmanın yaşandığı yıllarda Zonguldakspor’un tribün liderlerinin önemli bir kısmı eğitimlerine büyük kentlerdeki üniversitelerde devam eden kişilerden oluşmaktaydı. Bunların içerisinden benim de tanıdığım ve “ağabey” olarak bildiğim çok sayıda insan var. Bu insanlar sırf Zonguldakspor için iki haftada bir memleketlerine gelirlerdi. Aralarında bu nedenle eğitimlerini uzatmış bir sürü insan dahi vardı. Ve neredeyse hepsinin ortak noktası ebeveynlerinin TTK’nda yahut benzeri kurumlarda çalışmasıydı. Yani insanlar sadece kentlerine, takımlarına değil, bir anlamda ailelerine, geçmişlerine ve geleceklerine sahip çıkmak için geliyorlardı Zonguldak’a. Ancak o malum travma bu yapıyı değiştirdi. Takip eden süreçte Zonguldakspor tribünlerini apolitik, kentin kimliğinden uzaklaşmış, tek dertleri Gazipaşa caddesinde kırmızı-lacivert atkılarla dolaşmak olan kişiler yönlendirmeye başladılar.
Aynı süreçte, özendirici emeklilik, toplu işten çıkarmalar vb. aracılığıyla 1990’larda 60.000’ler civarında olan işçi sayısı 20.000’in altına düşürüldü. Bu durum Zonguldak’ı en fazla göç veren kentlerden biri haline getirdi ve geçmişte; kentine, takımına sahip çıkan insanlar memleketlerini arkalarında bırakıp gittiler. İşçi kenti Zonguldak yerini yeni bir kompozisyona bırakırken Zonguldakspor da işçi milli takımı statüsünden iş yaratılamayan, iş olmayan ve iş bulunmayan bir kentin takımı olma yolunda evrim sürecine girdi. İşte bu süreçte daha önce sözünü ettiğim yeni zenginler devreye girdiler ve Zonguldakspor’u kendi “işleri” için bir araç olarak kullanmaya başladılar. Bunda başarılı da oldular.

Gelelim bugüne… Aslında iş çok kolaylaşmıştı… Bu iş oluyor galiba dediğimiz anda Bartın maçıyla beraber bir düşüş başladı. Ama her şeye rağmen Adliye maçından herkes emindi. Adliye maçına kadar olan 2 haftalık süreç nasıl gelişti? Yine bir art niyet olma ihtimali var mı?

Güncel gelişmeler ile ilgili olarak bir komplo teorisi yazamam. Ama bana göre bu takımın şampiyonluğu kaybetmesinde dışarıdan değil içeriden birilerinin mutlaka dahli var. Kendisini kentin ve takımın sahibi olarak gören çevreler takımın şampiyon olmamasını “uygun görmüş” olabilirler.


Son travma… Adliye maçında ne oldu, nasıl oldu da şampiyonluk gitti?

Açıkçası bu son durumun bir mantık çerçevesinde açıklanabileceğini düşünmüyorum. Daha doğrusu ben açıklayamıyorum. Son dört haftaya açık ara farkla giriyorsunuz, iki kez şampiyonluğu garantileyebileceğiniz maçlara çıkıyorsunuz. Ligin son haftasında ikinci sırada bulunan rakibinizi kendi sahanızda konuk ediyorsunuz. Rakip daha kente gelirken baskı altına alınıyor. 20.000 kişi tribünde, 10.000’den fazla kişi stadın etrafında maçı izliyor. Öne geçiyorsunuz. Ama son dört dakikada yediğiniz iki golle rakibinizi şampiyon yapıyorsunuz. Gerçekten bu yaşananları açıklama gücüne ve yeteneğine sahip olduğumu düşünmüyorum.

Peki bu travmanın atlatılması ne kadar sürer?  Ya da atlatılır mı? 96-97’yi hala hatırlıyoruz…

Ne yazık ki ben Zonguldakspor’un bundan sonra Göztepe örneğinde olduğu gibi bir “satın alma” yolu kullanılmadıkça yeniden dirilebileceğini zannetmiyorum. Böyle bir şey olursa da takım ve kent zaten uzaklaştığı “işçi milli takımı” kimliğine bir daha asla bürünemez.

İşçi takımı unvanı ve “patronlar”… Bu ikisinin bir arada olamayacak oluşu mu bir engel acaba?

Bu soruya şöyle yanıt vereyim; bir gün önce işlettiği veya işlettirdiği “kaçak” maden ocağında yaşanan göçük veya patlama nedeniyle bir veya daha fazla sayıda işçinin ölümünden, kadınların eşsiz, çocukların babasız kalmasından sorumlu olan insanlar bir gün sonra “şeref” tribününde Zonguldakspor’un bir madencinin arkasından sahaya çıkmasını alkışlayabiliyorlar. Bu noktada ben bir soru sorayım; sence bir çelişki yok mu?

Çözümü ne peki? Mesela Karabük’te de bir sendika destek oluyor takıma? Sendikanın rengi önemli burada, amiyane tabirle sarı ya da kızıl gibi?

Karabükspor meydanı boş bolunca işçi milli takımı unvanını hak etmediği bir şekilde ele geçirdi ne yazık ki. Burada sendikanın sarı, veya sarımtırak olmasının da etkisi büyük! İşçileri için mücadele vermeyen bir sendika Karabükspor’a “sponsor” olabiliyor yani! Bu noktada çok fazla nesnel olamayacağım için şunu söyleyerek yorumu okuyuculara bırakmak istiyorum: 1990 Büyük Maden Grevi’nde Türkiye’de her sektörden işçiler madencilerle kucaklaşırken destek vermeyen yerlerin başında Kardemir işçileri geliyordu. Sanırım yanıtım yeterince açık olmuştur.

Son olarak da gelecek ile ilgili ne düşünüyorsunuz Zonguldak şehri ve futbolu için? 

Zonguldak’ı gerçekten çok sevdiğimi söyleyerek başlamak istiyorum bu son sorunun yanıtına. Son 10 yılda çok uzun bir süre İzmir’de, kısa sayılmayacak sürelerde İstanbul’da ve 3 yıl da Ankara’da yaşadım. Türkiye’nin üç büyük kentinde de yaşadım anlayacağın. Ama hiçbir yer tutmuyor Zonguldak’ın yerini. Öyle basit bir memleket sevgisi değil bu. Zonguldaklı olanlar, Zonguldak’ı yanlarında her yere götürmek isterler. Şu anda bu röportajı yanıtladığım işyerimdeki masamda iki tane madenci heykeli var örneğin. Ben, sevdiğim insanlara ilk olarak madenci heykeli hediye etmeye çalışan biriyim. Evimin her tarafında Zonguldak’ı, Zonguldakspor’u anlatan kitaplar, bayraklar, heykeller vs. mevcut. Ama tüm bu sevgime karşın Zonguldak için bir gelecek olduğunu düşünmüyorum. Şöyle örnekleyeyim; acaba kaç kişi çocukluk ve gençlik yıllarında bu kadar çok arkadaşının (dolayısıyla da ailenin) başka yerlere taşındığına tanık olmuştur? Biz 1980’li ve 1990’lı yılların Zonguldaklıları çok yaşadık bu durumu. Madencilik bittikçe kent bitti. Kent bittikçe insanlar gitti ve Zonguldak bugünkü haline geldi. Ortaokul ve lise döneminden görüştüğüm arkadaşlarımın hiçbiri Zonguldak’ta yaşamıyor bugün. Kent, bayram ve cenaze dönemlerinde buluşulan bir yer halini aldı. Ben bir gencin, özellikle de yükseköğrenim alanların kendilerine Zonguldak’ta bir gelecek çizebileceklerine ihtimal veremiyorum. Elbette tüm bu olumsuzluklar Zonguldakspor’u da etkiliyor. Daha önce belirttiğim gibi bir ihtimal Zonguldakspor başka takımlardan evrilerek yeniden Türk futbol hayatındaki yerini alabilir. Ancak bunun geçmiş dönemle uyumlu olacağını asla söyleyemem.


8 yorum:

  1. Yazida "son travma" dan bahsederken bahsettiginiz "kacak ocak isleten veya islettiren patron" biliniz ki su an Zonguldak rodevans usulu isletilen 20 kusur sahada 5000e yakin iscinin resmi statude ekmek yiyebilmesini saglayan kisidir. 80lerin sonu 90larin basinda kostebek yuvasi gibi ocaklarin isletildigi sahalari resmi olarak isletebilmek icin Ankaraya gidip servetinin ciddi miktarini harcamis ve bastirip bu hakkli almistir. Bu sahalardan yillar icinde devletin sosyal guvenlik sistemine(sgk primi), TTK ya(rodevans bedeli) , Ankaraya(vergi) olarak sizin telafuz bile edemeyeceginiz trilyonlarca lira odenmis ve reel ekonomik bir hacim yaratilmistir.
    Bu takimin sampiyon olmasini bu yonetimin "uygun gormeyebilecegi" ni dusunmek paranoyaklik degil ise mufteriliktir/iftiraciliktir.
    Allah bu servet/zengin dusmani sosyalist romantizmin belasini versin diyorum.

    YanıtlaSil
  2. 5000 kişiye ekmek veren kişi herhalde babasının hayrına iş vermedi. o ocaklara kendi çoluğu çocuğuyla girip çalışacak aşiret nüfusuna sahip de değil. 5000 kişi, kimseden bedava ekmek almıyor. asgari ücretten hallice ücretlerle emeklerini sağlıklarını ve hatta ölümü göze alarak yaşamlarını bir avuç insana sömürtüyorlar. yorumlarınızı yazarken gerçekçi ve vicdanlı olun.
    röportaj sahibini gerçekçi tespitleri ve sahip olduğu entelektüel bilgi donanımından ötürü kutluyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zamaninda kendisi ve coluk cocugu ile calisti, bir yegeni metan patlamasinda oldu, kimseyi de sopa zoruyla calistirmadi. Vicdan olun diyorsun "bir avuc insani somuruyor " diyorsun. Once sen vicdanli ol ve "ezbere" konusma.

      Sil
  3. son bir ekleme daha...
    maçın satıldığını vb yorumlar tamamen hayalperest komplo teorilerinden ibarettir. çünkü son dakika da direkten dönen 2 şut bunun ispatı. şampiyonluğun kaçırılmasına sebep olan şey yönetimin yanlış teknik ekip ve futbolcu transferidir. o yüzden "birilerti istemedi" gibi senaryolar fantastik beyanlardan öteye geçmez...
    saygılar..

    YanıtlaSil
  4. Zamaninda kendisi ve coluk cocugu ile madende calisan biri bu kadar kisa bir sürede nasil bu kadar zenginleşebilmiştir? Emek,alinteri vb. bunlar icin yeterlimidir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bayim 35 senedir calisiyoruz, sizlerde islerinize bakin artik, varsa.

      Sil
  5. paylaşım için teşekkürler

    YanıtlaSil