9 Aralık 2012 Pazar

Messi: Bir Rekordan Daha Fazlası...


Çok bilindik bir hikaye aslında anlatacağım, tıpkı senaryosunun türlü oyuncularla birkaç kez çekildiği Türk Sineması bir film, şimdi de şu olacak der gibi okuyacaksınız ama tarihe not düşmek gerek. Çünkü “o olmadan eksik yaşamışız” hissi veren ne varsa yazıya dökülmeli bir şekilde;  zaten yıllar sonra utanılan lise dönemi aşk şiirleri de böyle dönemlerde ortaya çıkar bir şekilde! Yazdığınız şiir karşınızdakine bir methiye aşkınıza bir resmiyet katar ondandır matematik defterinin arka bölümlerinin o dönemlerde çok daha fazla kullanılması…

Arjantin’de Pibe’nin Rüyası diye dillerden dillere dolaşan bir halk efsanesi vardır. Rivayet odurki Pibe rüyasında bir futbolcuyu görür ve onun Arjantin’e büyük başarılar kazandıracağını müjdeler. Pibe’nin ilk rüyasının kim olduğunu kestirmek güç değil sanırım, Maradona… Tanrı sıfatına erişmeden önce Pibe müjdelemiş onu öyle söylüyor Arjantinliler. O da müjdeyi boşa çıkarmamak adına 10 numarayı sırtına alıp bir rüyayı gerçeğe dönüştürmekte hiç de zorlanmamış izlenimi yaratıyor geride bıraktıklarıyla.
Yaşım itibariyle hep büyüklerime kimi övmeye kalksam “o da bir şey mi sen Maradona’yı görecektin” küçümsemesiyle büyümüş biriydim.  Sonraları videolarıyla tanıştım, “bizim Sergen’i andırıyordu” çocuk aklımla ama farklı bir şeyler vardı. Onu da ilerleyen zamanlarda farketmek zor olmadı zaten. Benim futbol dünyamda hiç Pele’ye yer olmadı. Ailem ve çevrem hep Maradona’nın Pele’den daha iyi olduğu gerçeğini kabullenerek yaşadı. Zaten sonra öğrendim ki Brezilyalılar da pek sevmiyor onu, onlar dahi başları sıkıştığında “Maradona delikanlı adamdır ama Pele kendi ailesine bile yardım etmedi” diyerek konuyu özetliyorlardı. O yüzden benim için futbol kahramanı deyince Maradona ve diğerleri olarak bir kıstas vardı dünya futbolunda…

Sonra gel zaman git zaman Pibe yine rüyalar görmeye başladı. Yine isimler dolaşmaya başladı, bazen bizzat Maradona Pibe’nin iç sesini dışa vuruyor isimler söylüyordu ama olmuyordu. Yeni Maradona lansmanıyla Ortega, Riquelme, Saviola gibi isimler izledik. Pibe yanılıyor ve efsane yerle bir oldu tezleri havada uçuşmaya başlamıştı haliyle…Sayılan isimlerin kötü oyuncular olmasından değildi efsanenin çöküşü Maradona’nın gölgesinde dahi barınamayacak oluşlarındandı. Ki bu isimleri hep sevdim yine de efsanenin hatrına, ama olduramadık onlardan bir Maradona ya da efsane!
Sonra bir gün  La Liga’daki sevdalım Barcelona maçı için ekran başındaydım. Topa çelimsiz bir çocuk kafasıyla müdahale edip takip etti. Rakibi karşısına çıkınca olanca çelimsizliğiyle sendelese de şansının da yardımıyla top kendisinde kaldı. Sonra pası o dönemin Nou Camp çimlerindeki en afili kramponu Ronaldinho’ya verdi, Ronaldinho durur mu öyle bir pas atıyorki rakibinin üzerinden aşırtma şeklinde bu çocuğa çocuk ne yapacağından emin bir şekilde sol ayak içiyle Pibe’ye selam gönderiyor.

Yine rivayetler, yine benzetmeler, yine “o da bir şey mi ben Maradona’yı izledimler” vs. Ama hiçbir şeye aldırış etmeyen biri olarak Pibe’ye selam gönderen o çocuk Messi adını ileride sık sık duyacağımızın işaret fişeğini çakıyor o dönemlerden. Sonrası mı… Sonrası hepimizin bildiği kapalı gişe bir başarı hikayesinin anlatıldığı bol Oscarlı  Katalan-Arjantin yapımı bir film...

Daha kariyerinin başlarında 2005-2006 yılında kas yırtılmasıyla sezonu kapattığında o maçtaki rakibinin hocası Barcelona’daki gelişmiş tiyatrolardan ve onların kurslarından bahsetmişti medyaya onu yalancılıkla suçlarken… Kimdi bu suçlamayı yönelten kısmına gelirsek, kas yırtılmasını rol olarak görebilecek ve kendi oyuncusu atıldığı için saldırganlaşabilecek kaç tane tercüman tanıyoruz şu hayatta diyerek cevabı bulabiliriz sanırım! Tam da başlamadan bitiyor hissiydi aslında o kas yırtığı ama kolay toparlandı.

Yeni Maradona lakabını alması için temkinliler tedbiri elden bırakmazken o Maradona’nın attığı golün tıpa tıp aynısını atarak Pibe’ye gönderdiği selamı temkinlilere de gönderiyordu. İspanya basınına göre o zaten çoktan Messidona idi. Aynı golden birkaç ay sonra da Tanrı’nın elini hatırlatması artık temkinliler için yelkenleri suya indiriyordu. Bu Yeni Maradona’ydı, ama fazlasını kimse tahmin etmiyordu.

Sonraki sezonlarda Pep Guardiola yönetiminde saz arkadaşları Xavi ve İniesta ile birlikte tarihi üçlemeyi yapacaklarını o günlerden kestirmek elbette çok güçtü bunda kimseyi suçlayamayız ama bunu da başarmıştı arkadaşlarıyla. Ona ne zaman övgü dolu söz söylense önce arkadaşlarını överek başlıyordu cümleye ve sonra kendisinin bu yapıda sadece görünen kısım olduğunu anlatıyordu.

Uzaylı lakabı onu anlatmaya yetmiyordu aslında ama sadece diğerlerinden farklı olduğunu belli etmek için bir şeyler gerekliydi. Biyolojisinin diğerlerinden farklı olduğu kesin. Sakatlanmıyor, sakatlansa da birkaç haftada dönüyor en ağır sakatlıktan. Çok tekme yiyor ama kendini hiç yere bırakmıyor, rakibine karşı hiç çirkefleşmiyor.

O tüm rakamları alt üst ederken önüne bir rakam dikiliverdi kendiliğinden. Müller’in rekoru, adı bile insanı ürkütürken 85 golle Müller’in rekorunu kırıp kıramama konumuna geldi Messi! Tam kıracak hesabı yapılırken Benfica maçında olmaması gereken oldu ve Messi sakatlandı. Tüm futbol dünyası adeta o gece yastaydı bu kadar yaklaşmışken kırılamayacak rekor için…Messi’ye yakışacak o rekoru kim bilir kaç yüz yıl sonra birinde görmek üzecekti bu ana şahitlik etmek isteyen insanları…Ama o biyonik adam bir gün sonra sevindirdi herkesi ve hafta sonu sahada olacağının haberini verdi. Betis maçı artık bir başka maçtı. Barcelona Messi ve dünya için nasıl bir kulüpten fazlasıysa bu haftaki Betis maçı da Messi ve dünya için bir maçtan fazlasıydı. Bu işe son noktayı koyarken de buraya gelirken ona destek olan arkadaşlarına ihtiyacı vardı. Bu yoldaki en büyük yoldaşlarından İniesta’nın pasıyla içeri doğru süzülürken attığı düzgün şut Müller’e yetiştiğini haber veriyordu tüm dünyaya…Sonrasında İniesta’nın topuk pasıyla ruh kattığı topa Messi’nin ağları nişan alışı eşlik ediyordu. Artık Müller’in rekoru yoktu, Messi rekoru kırarak rekor sahibi oluyordu…

Bize anlatılan “o da bir şey mi sen bir de Maradona’yı görecektin” cümlesi de artık nazarımda tarih oldu. Çocuklarımıza ya da küçüklerimize anlatacağımız bir efsane var başlı başına karşımızda. Bu rekoru kırmasaydı ne olurdu, hiçbir şey, o hala efsane olarak kalırdı. Hala yıllar sonra “o da bir şey mi sen Messi’yi görecektin” cümlesine konu olurdu. Ve izleyebileceğimiz belki de en büyük isim hala o ve sonrasında da o olarak kalacak…

Onun için yarı tanrı yarı insan sıfatını kullanıyorlar bir de…Onu en güzel anlatan sıfatlardan biri belki de…Saf bir insanın yapamayacağı şeyler bunlar elbet…Ama kimse ona Tanrı demeye cesaret edemiyor hala, Pibe’nin rüyası ve belirtiler başlı başına ortadayken! Çünkü Maradona hala bir yerlerde Tanrı ve kimse o Tanrı’ya dokunmak istemiyor. Ve onlara göre hala Messi olsa olsa o Tanrı’nın bir futbol peygamberi…

Peki ya Messi dünya kupasını kaldırırsa?.. O zaman belki…Ama şüphesiz ki her şeye rağmen en iyisi!

6 Aralık 2012 Perşembe

Socrates Demokrasisi


Futbolu futbol yapan aslında sahanın içinden ziyade sahanın dışından gelen güzelliklerdir. Sahanın dışı o kadar hareketli ve güzel olmasa 11 tane ya da tam kadro halinde 18 tane robotun sahaya sürülmesinden başka nedir ki futbol denilen temaşa? O yüzden hiç sevemedim önündeki maçlara bakan futbolcuları, iyi oynadık kazandık, kötü oynadık kaybettik , hakem hatası deyip geçen futbolcuları.  Doğrudur bunlar da bir açıklamadır ama sizi izleyenlerin ve sevdiklerinizin size dair bildikleri ve duydukları cümleler sadece bunlarsa tam bir hayal kırıklığıdır her şey sizin için o bol reklamlı formaların ardında.
Babası diğer iki kardeşine Sofokles ve Sostenes adını veren Yunan felsefesine hayran bir babanın oğluydu. Onların da vardır belki izinden gideni ama Yunan felsefesinde Sokrates hep bir  adım öndeydi diğer iki filozofa göre tıpkı bizim “Doktor” Sokrates’in futbol ve ülke siyasetinde etrafındakilerden bir adım önde olduğu gibi! O farklıydı işte tam da bu yüzden… Memleketteki  referandumların , boş vaatlerin süsü olan darbelerden hesap sorma işini kendi ülkesinde o ve arkadaşları üstlenmişti. “Diktatörlere çalım atmak savunmacılara çalım atmaktan çok daha zor” sözünü söyleyerek önündeki maçlara bakmayıp ardından gelenlere bir ışık tutmuştu mesajlar verdiği şık bandanasıyla.
Babasının ona verdiği isim gibi bir ismi o da oğluna verdi. Oğluna “Fidel” dedi. Latin Amerika’da kader değiştiren isimlerin başına yazılan Fidel bir gün ona “Küba Milli Takımı’nı çalıştırır mısın” dediğinde o yoldaşına “Zevkle ama tek bir şartla Kübalı bir işçi ücret olarak ne kadar alıyorsa o kadar paraya çalışarak” demişti. Yoldaşların bu sözleşmesi nedendir bilinmez bir türlü yerine gelmedi.
Demokrasiye aşina ruhu ve aile geleneği ile hayatta da bir sözü vardı onun. Arkadaşlarıyla Brezilya’ya getirdiği demokrasiye Corinthians Demokrasisi deniyordu. Yaptıklarının büyüklüğünü ve marjinalliğini anlamak için arkadaşlarıyla açtığı şu pankartı bir düşünmekte fayda var: Tüm siyasi tutsaklara özgürlük… Futbola siyaset bulaşmasın diyerek tüm siyasi vesayeti yeşil çimlerin üzerine yığanların hoşlanmadığı bir şeyler vardı onda. O siyaseti bulaştırmayın diyen derin siyasilerden burada da bol bol var zaten. Siyaset yapsın diye meclise yollananlar bile “ben bilmem büyüklerimiz bilir” derken bu işin buralardaki olurunu da gösteriyor bize.
Onun damgasını dünya futboluna vurduğu yıllarda Avrupa Tiganaları, Platinileri, Rumenigeleriyetiştirirken o Zico ile yeni bir hikayenin hem yazanı hem oynayanı oluyorlardı.
Botofago’da başladığı futbol hayatında demokrasi harekatını başlatacağı Corinthians damgasını vuracaktı.Corinthians ile özdeşleşen “Doktor” Sokrates 1982’deki efsaneleştiği performansıyla Avrupa yollarına düşse de Doktor sigarasından tüttürdüğü dumanları sahada koşmaktan çok daha fazla seviyordu. O yüzden İtalyanların kendince tuhaf disiplinleri ona göre değildi. Hadi gel köyümüze geri dönelim diyerek döndüğü vatanında futbol yaşamını sonlandırdı. Sonra yıllar sonra bir aylığına da olsa İngiltere alt liglerinde bir takımın hem teknik direktörlüğünü hem de futbolculuğunu yaptı.
 Farklı formalar giydi belki ama o hep Corinthianslı Doktordu. “İnceci” diye bir tabir varsa ondan başkasına da yakışmıyordu aslında. Galeano ne diyordu onun için Gölgede ve Güneşte Futbol kitabında “Macar Puşkaş, Alman Seeler gibi tıknazdı; Hollandalı Cruyff ile Gianni Rivera ise narin yapıdaydılar. Pele, Arjantin’in orta saha oyuncusu, güçlü kuvvetli Nestor Rossi gibi düztabandı. Cooper testinde en olumsuz sonuç alan Brezilyalı Rivelino’yu sahada tutabilmek mümkün değildi; yurttaşı Sokrates ise tıpkı bir turna kuşu gibiydi, uzun bacakları ve çabuk yorulan ayakları vardı, ama topuk paslarını vermede onun üstüne yoktu; istese penaltıları bile topuğuyla atabilirdi
Bu Brezilya benim milli takımım değil, Dunga Brezilyanın en gerici bölgelerinden gelen biri ve takımı da kendi gibilerle doldurdu. Onun takımı muhafazakar ve bürokratik bir yapıya sahip o yüzden ben de sizin gibi sevmiyorum bu Brezilya’yı” derken hiçbir zaman boş konuşmayacağını kanıtlıyordu adeta.
1982’de herkesin hayranı olduğu takımı özetlerken kısaca şöyle anlatıyordu; “Bu takım, hayal gücü, idealizm ve şiirin birleşimi. İnsanlar onların hayallerini yansıttığımız için bizi izlemeye geliyorlar. Futbol sahasında güzellik, zaferlerden daha önemlidir”. Endüstriyel futbol denilen meselede farklılık teması vurgulansa da aslında her şey tek düze ilerliyor. Müşterileştirilen taraftarlar ve onları bu pazara çağıran futbolcuların karşısında tüm zerafetiyle dikilip halkını demokrasiye çağıran Sokrates!
Sahaya göstermelik kan bağışları şiddet karşıtı pankartlarla çıkıp göstermelik hareketler dışında hiçbir varlığını göremediğimiz , bağırlarımıza bastığımız futbolculara benzemiyor “Demokrasi” pankartı ile çıkıp halkı oy kullanmaya darbecileri yıkmaya çağıran Sokrates örneği. Futbolculuğu bıraktıktan sonra diğer mesleğine yani doktorluğa devam etti. Köy köy dolaşıp yoksulları tedavi ettiği söylenir dururdu. Efsane gibi bir hikayeydi bu ama bunun efsane olmadığı bir gerçek olduğunu hasta yatağında yatarken onu ziyarete gelen yüzlerce yoksul köylü çocuğunu görünce anladı herkes.
Erken oldu gidişi, öldüğünde “alkole yenik düştüm dostlar, yoldaşlar” itirafı kaldı bize yadigar, aslında söz de vermişti en azından son zamanlarında uzak duracağından alkolden ama olmamıştı. Bir 4 Aralık günü haber ajanslara düştüğünde tüm dünyanın dört bir yanından “yalan” olması için yakarışlar yükseliyordu sessizce. Ama gerçekti, Doktor artık yoktu! Bize Corinthians Demokrasisini bıraktı , kimileri Brezilya’ya dese de inanmayın o demokrasi tüm insanlığa kaldı darbelere karşı sesini yükseltmek isteyen halklar için!
Hiçbir futbolcudan siyasi tutsaklara özgürlük demelerini, yoksulluk adına bir şeyler söylemelerini, gencecik çocukların yaşları büyütülerek asılmalarının hesabını sormasını beklemiyoruz…Ama en azından kendileriyle alakalı ya da tribündeki onları bağırlarına basmak için hiçbir şart koşmayan taraftarlar için bir şeyler söylemek çok da zor olmasa gerek! Pahalı deplasman biletleri , iç saha biletlerindeki fahiş fiyat artışları, taraftarlarına tribünlerde uygulanan kontrolsüz orantısız polis-güvenlik şiddeti ya da en olmadı deplasman yasağına karşı birkaç kelime de mi zor diyorum ve aklıma o büyülü cümle geliyor; “bunların değerlendirmesini büyüklerimiz bilir…